Masal Okuma, Neden Masal Okumalıyız?

Masal Okuma, Neden Masal Okumalıyız? Çocuklarımız için Hangi Masalları Okumalıyız?

Masal okumak çocukların kişisel gelişimi için önemli bir etkendir. Masalın tarihine bakarsak neredeyse insanoğluyla aynı yaştadır. Geçmişten bugüne sözlü anlatım geleneğinin önemli bir ürünü olan masal, her çağda, her dönemde önemini koruyabilmiştir.

Kişilik gelişiminde önemli bir etkisi olan masallar, 0-3 yaş arası masallar, 0-6 yaş masallar, 6-12 yaş masalları veya hayvan masalları olarak çok çeşitli türlerle karşımıza çıkmaktadır. Henüz bebeklik dönemlerinde dahi çocuklara okunan masalların etkisinden söz etmek mümkün.

Dünya edebiyatında da masal büyük bir öneme sahiptir. Mesela La Fontaine Masalları olarak bilinen hayvan masalları neredeyse tüm dünyada yaygın bir şekilde okunmaktadır. Her ne kadar la fonten kadar ünlü olmasa da grimm masalları da çok yaygın bir şekilde okunmaktadır. Yunan edebiyatında, Alman edebiyatında olduğu gibi Doğu edebiyatında da önemli masal örnekleri bulunmaktadır. Kısa hikayelerden oluşan Beydaba Hikayeleri Doğu edebiyatının en güzel kısa hikayelerindendir. Arap edebiyatının en önemli masalları arasında yer alan Binbirgece Masalları dünya edebiyatında kabul görmüş önemli masal örneklerindendir.

Çocuklara masallar okumak, çocuklar ve ebeveyn arasındaki bağı güçlendirir. Masal okunma esnasında ailesiyle geçirdiği zaman çocuğun anı belleğinde olumlu izler bırakır. Masallar çocukların hayal dünyasını zenginleştirir, onları geleceğe hazırlar. Küçük yaşta kitap okuma bilincinin gelişmesi için masallar önemli bir araçtır.

Türk masalların en önemli örnekleri Keloğlan masallarıdır. Keloğlan; doğruluğun, dürüstlüğün, saflığın temsil ettiği önemli bir karakterdir. Keloğlan zekası sayesinde her zaman zor görünen işleri kolayca başarır. Bu başarısında saflığının, temizliğinin büyük bir rolü vardır.

Türk aile yapısına ve çocukların gelişimine uygun masalların yer aldığı masal okuma sitesini tüm masal okurlarına tavsiye ediyoruz. Sitemizin, çocuklara hangi masalları okutmalıyız diye düşünen ebeveynler ve öğretmenler için önemli bir kaynak olduğunu düşünüyoruz.

Birçok kategoriye sahip masal sitesinde; fabl diye de bilinen hayvan masalları, çocuk hikayeleri ve Dünya Klasik Masallarının yanı sıra, Nasrettin hoca karakterinin yer aldığı çocuk fıkraları ve Karagöz Hacivat konuşmaları gibi önemli eserler mevcut. Lütfen, çocuklarımızı masallarla büyütelim, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandıralım.

Kartal ile Karga Masalı

masal

Kartal ile Karga Masalı

Kendine yiyecek arayan bir kartal, çayırda, anasının yanında otlayan bir kuzu gördü. Yüksek kayalar arasından yıldırım hızı ile süzüldü, kuzuyu kaptı ve kuvvetli kanatlarını çırparak havalandı; yuvasına doğru uçtu.

Civardaki meşe ağacının bir dalında olup bitenleri seyreden bir karga, kendi kendine dedi ki:

– Yiyecek bulmak için bundan daha kolay bir şey düşünülemez. Böylece, çayırda otlayan bir koçu gözetleyerek, bütün kuvveti ile sırtına kondu ve bu kocaman koçu havaya kaldırmaya çalıştı.

Pek tabii, koçu bir santim bile yukarı kaldıramadı; üstelik, ayakları koçun tüylerine dolanmıştı. Eğer koç, ayaklarını kurtarmak için can havli ile haykıran karganın sesini işitmeseydi, sırtında bir karga bulunduğunun bile farkında olmayacaktı.

Karganın feryadı, çobanın dikkatini çekti ve hemen koçun yanına giderek kargayı yakaladı, kanatlarını kesti ve oynamaları için çocuklarına götürdü.

Papağan ile Çakal Masalı

papagan-ile-cakal
Papağan İle Çakal Masalı

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, devler tellal iken pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Ülkelerin birinde, çok akıllı bir papağan yaşardı. Büyük bir ağacın üstüne sağdan soldan topladığı çalılarla, otlarla yuva kurmuştu. Aynı ağacın kovuğunda da bir çakal, yavrularını büyütüyordu. Çakal ara sıra ava gidince, papağanın yavruları aşağı iniyordu. Ağacın kovuğuna girip çakalın yavrularıyla oynuyorlardı. Çünkü çevrede oynayacak başka kimseler yoktu. Anne papağan, bu durumdan hiç memnun değildi.
Bir gün yavrularını toplayıp öğüt vermeye başladı:

– Yavrularım! Kendi türünüzden olanlarla dostluk kurun.. Çakal yavrularının size zarar vermelerinden korkuyorum. Fakat yavru papağanlar, annelerinin anlattıklarını dinlemiyorlardı. Derken yine bir gece çakal, yiyecek bulmak için uzaklara gitti. Yavrularını yuvada yalnız başına bıraktı. Bu arada bir kurt gelip çakalın yavrularını yedi. Çakal döndüğünde yavrularını bulamadı. Çok üzüldü. Yavrularının başına gelenlerden papağanın yavrularını suçladı.

–“Onlar bu kadar gürültü yapmasaydı kurt yavrularımı asla bulamazdı. İntikamımı alacağım, papağanları buna pişman edeceğim.” diye kendi kendine bir söz verdi. Nasıl bir fesatlık yapacağını, papağan yavrularına nasıl zarar vereceğini düşünürken aklına arkadaşı Karakulak’tan fikir almak geldi. Karakulak’ın yanına geldi. Karakulak ona;

–“Sen ne yap biliyor musun? Kendini yaralı gibi gösterip bir avcıya görün. Sonra onu, bu ağacın yanına sürükle ve hemen saklan. Avcı, papağanları avlayacaktır. Bizim çakal, Karakulak’ın dediği gibi yaptı. Avcıyı peşine taktı, onu ağacın yanına getirdi, avcı ağacın yanına gelince saklandı. Avcı, çakalı kaybedince etrafa göz attı ama bulamadı. Çakalı ararken ağacın tepesindeki papağan yuvasını gördü. Hemen çantasındaki ağı çıkarıp attı. Eyvah! Zavallı papağan ve yavruları ağa takılmışlardı.

Papağanlar çırpınıyorlar ama ağın içinden bir türlü kaçamıyorlardı. Papağan, telaşlanan yavrularını sakinleştirmeye çalıştı. Anne papağan;
–“Korktuğum başıma geldi. Bakın arkadaşlık ettiğiniz çakalların annesi bize bu kötülüğü yaptı. Ne yapalım olan oldu bir kere. Şimdi buradan kurtulmanın çaresine bakalım.”

– Nasıl? diye sordu yavru papağanlar. Anne papağan cevap verdi:
–“Ölmüş taklidi yapın, hareketsiz durun. Sizi ağdan atınca da uçup gidin. Ben kurtulunca sizi sonra bulurum.”

–“Yavrular öyle yaptılar. Avcı ağı aşağı çekti. Sonra da ağı açıp hayvanlara bakmaya başladı. Yavru papağanlar donmuş gibi kaskatı kesilmişti. Avcı, “Galiba korkudan öldüler.” diye düşünerek onları ağdan çıkarıp attı. Yavru papağanlar, atıldıkları yerden doğrulup çabucak uçtular. Bunu gören avcı çok kızdı. Avcı;
–“Bana oyun oynadılar, dedi sinirlenerek. Avcı, anne papağanı ağın içinden çıkardı aldı, onu şehre götürdü. Ona şiir okumayı ve şarkı söylemeyi öğretti. Sonra papağanın çok bilgin ve konuşkan olduğunu etrafa gösterdi. Herkes şiir okuyan, şarkı söyleyen bu papağanın adını sanını duymuştu. Papağanın ünü, padişahın kulağına karar gitmişti. Adamlarına;

–“Getirin bakalım şu papağanı, hünerlerini bir görelim.” dedi. Bu buyruk üzerine avcı bulunarak saraya getirildi. Padişah, şiir okuyan, şarkı söyleyen papağanı çok sevdi. Parasını vererek onu avcıdan satın aldı. Sarayda en nefis yiyecekler, en tatlı meyveler papağana sunuluyordu. Ama o hiç huzurlu değildi. Hep hüzünlü ve düşünceliydi. Yemek yemeyen papağanın üzüntüsünü padişah fark etmişti.
Bir gün pencere kenarında papağanının ağladığını gördü. Hem ötüyor, hem ağlıyordu. Yavrularını düşünüyordu yine.

Kim bilir neredeydiler, ne yapıyorlardı zavallıcıklar? Padişahın şefkatli kalbi, papağanın bu feryadına dayanamadı. Yanına getirtip bu hüznünün nedenini sordu. Papağan, çakalın yaptıklarını bir bir anlattı ve yavrularının ne halde olduğunu merak ettiğini anlattı. Padişah, bu vaziyete çok üzüldü ve papağanı bırakıverdi. Papağan da teşekkür ederek yavrularına doğru uçup gitti. Onları bulduğunda hepsi sevinçten ağlamaya başladılar. Sonrasında mutlu mesut yaşadılar. Bu masalımızda burada bitti.

Güllü Köy Masalı


Güllü Köy Masalı

Bir varmış, bir yokmuş…
Böyle başlar bütün masallar,
Biz de böyle başlayalım.
Kimi zaman övgüler dizerek iyi kalplilere,
Kimi zaman da kötüleri acımasızca taşlayalım.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Nice bülbüller öter, kırmızı güller içinde.
Ben diyeyim eski zamanlarda,
Siz deyin yeni zamanlarda.
Gülleriyle ünlü güzel mi güzel bir köy varmış.

Bu köyde yetişen güller çok güzel kokarmış. Güllerin kokusu ta uzaklardan duyulurmuş. Bu öyle etkileyici bir kokuymuş ki hasta koklasa iyileşir, üzüntülü insan koklasa kederi gider, ağlayan çocuk koklasa susarmış.

Köy halkı da birbirinden güzel kırmızı, pembe, beyaz, güllere sevgiyle bakarlar, mis gibi kokusunu doya doya koklarlarmış. Köyde bir huzur, bir mutluluk varmış. Zaten köy halkı kötülük, yalan, kin, nefret nedir hiç bilmezmiş.

Bu köyde yaşayanlar sevgi, saygı, yardımlaşma gibi bütün güzel huylara sahipmiş. Güllerin kokusundan mı insanlar bu kadar iyilermiş? Yoksa insanların güzel ahlâkından mı güller güzel kokarmış bilinmezmiş.

Günlerden bir gün köye yabancı bir aile gelip yerleşmiş. İki de çocuğu olan bu ailenin oturduğu evin bahçesindeki güller birkaç gün içinde kokularını kaybetmişler.

Aradan çok geçmemiş ki diğer evlerin bahçelerindeki güller de kokularını yitirmişler. Köylüler, başlarına gelen bu garip olayın sebebini bir türlü anlayamıyorlarmış. Artık köyde o mis gibi güzel kokulardan eser kalmamış.

Bilge bir köylü, güllerin neden kokularını kaybettiklerini anlamış. Bakmış ki köydeki bütün çocuklar yalan söylemeye başlamış. O güne kadar köyde kimse yalan nedir bilmezmiş. Oysa yeni gelen ailenin çocukları çok yalan söylüyormuş. Her hâlde köyün çocuklarına yalanı öğreten de onlarmış. dersimiz.com

Her çocuk yalan söyledikçe bir gül kokusunu kaybetmiş ve sonunda bütün güller kokmaz olmuş. Çünkü her yalan söylediğinde insanın ağzından pis bir koku çıkarmış. İnsanların hissetmedikleri bu koku, gülleri çok etkilermiş. Yalanın olduğu hiçbir yerde güller güzel kokmazmış.

Bilge köylü, yeni gelen aileyle tanışmaya karar vermiş. Onlara yalan söylemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatacakmış.

Bir gün renklerini ve kokularını yitirmiş solgun güllerden bir demet yapmış. Yeni ailenin evine gitmiş. Kapıyı açan yalancı çocukların annesine gül demetini uzatmış. Kadın şaşkın gözlerle solgun gül demetine bakakalmış. Neden sonra bilge köylüyü içeri davet etmiş. Bilge köylü, kimsenin kalbini kırmamaya çalışarak konuşmaya başlamış:

– Köydeki güller bir bir soldular. O güzelim güller artık etrafa kötü kokular saçıyorlar. Bana göre bunun sebebi yalan söylemektir. Yalan söyleyen insanlar da kötü kokan güller benzerler.

Bilge köylü sözlerini bitirince evdeki herkes başını öne eğmiş. Kendilerini etrafa kötü kokular saçan güller kadar çirkin hissetmişler. Dışarıdan ne kadar çirkin göründüklerini düşünerek üzülmüşler. Artık yalan söylemeyeceklerine dair söz vermişler. Verilen söz gökyüzüne yükselmiş. Köydeki bütün güllere ulaşmış. Etrafı tekrar güzel kokular sarmış.

Sema Maraşlı

Çocuklara Masal Oku


Çocuklara Masallar; Masal ve hikaye okumak çocukların okul öncesi ve sonrası okuma kabiliyetlerini, hayal güçlerini ve olayları daha kolay çözümlemelerinde önemli fayda sağlamaktadır. Masallar ve hikayelerde gecen konular hayatın gerçekliğini, iyiliğin ve kötülüğün ayrımını, doğruyu, yanlışı, gerçek yaşamda zorluklarla nasıl mucadele edileceğini anlatır çocuklara. Tabi ki çocukların yaşlarına uygun masallar okunmalı ve onların dikkatlerini en iyi şekilde sağlamalıyız.

Masal ve hikaye okumak çocuklar için çok faydalıdır. Günümüzde çocuklar sadece televizyon, tablet, bilgisayar ve cep telefonlar ile vakit gecirmektedir. Çocuklarımızı bunlardan uzaklaştırmak için, çocukların yaşları ne olursa olsun onlara öyküler ve hikayeler okuyalım. Masal ve hikaye okuyarak çocuklarımızla hem eğlenceli vakit gecirmiş olursunuz. Hatta çalışan anneler ve babalar çocuklarımızı ve bebeklerimizi yatmadan önce öykü veya hikaye okuyarak geçirilen vakitlerin paha bicilemeyecek olduklarını anlayacaklardır. Masallar ile uykuya dalan çocuklar kendilerini daima güvende hissederek uykuya dalacaklar ve uykularını almış olacaklardır. Çocuklar ve bebekler için uyku masal, öykü ve hikayeleri sitemiz üzerinden okuyabilirsiniz.

Çocukların bazen büyüklerin sözlerini dinlemediği oluyor. Hepimiz küçük iken annemizin ve babamızın sözlerini dinlemediğimiz olmuştur. Aslında anne ve babalar bizlerin iyiliğini düşündüğü için yapmamamız gereken şeyleri söylerler. İşte çocuklarınız bu tür davranışlarda bulunduğu zaman, sözlerinizi daha iyi anlamaları için tehlikelerden uzak durmaları için kendinizin o konu hakkında bir masal veya hikaye uydurarak onlara daha iyi anlatmalarını sağlaya bilirsiniz.

Keloğlan ile Çilli Tavuk Masalı


Keloğlan ile Çilli Tavuk

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak ülkelerden birinde, bizim keloğlan yaşarmış. Keloğlan kelmiş, keleşmiş ama özellikleri pek bir güzelmiş. İnsanlarla ilgilenir, arkadaşlarına iyi davranır, hayvanları sever fakat çalışmaktan pek hoşlanmazmış. Anası ona ne zaman bir iş buyursa bir bahane uydurur, anası kızınca da oraya buraya saklanır dururmuş.

Günlerden bir gün evin kapısının önünde uyuyup dururken kısa boylu bir çocuk yanına yaklaşmış:

– Hişt Keloğlan, keleşoğlan, annesini üzen oğlan, diye bağırmış. Keloğlan hemen arkasını dönmüş, uykusuna devam etmiş ve bir rüya görmeye başlamış. Rüyasında uzun bir yolda yürüyormuş, yürürken önce bir tavukla karşılaşıyormuş,

Tavuk;

– Ah Keloğlan bir bilsen başıma gelenleri, ne desem ne etsem bilmiyorsun olup bitenleri önce sana anlatayım istersen diyerek, tilkilerin kendi kümesleri önünde nasıl gezdiklerini anlatmış durmuş. Keloğlan tam ona yardım etmek isterken, uyanmış… Uyanmış bir de ne görsün, onların evindeki Çilli Tavuk tam göbeğinin üstünde oturmuyor mu? Onu kanatlarından tutmuş hemen koşturup kümesin içine koymuş. Çilli Tavuk neye uğradığını şaşırmış ama Keloğlan rüyanın etkisinde olduğu için tilkinin çilli tavuğu götüreceğini düşünmüş.

Birkaç gün sonra aynı rüyayı gören Keloğlan kümesteki tek tavukları olan Çilli Tavuğu alıp, kendi yatağında yatırmaya başlamış. Anası bu işe pek kızmış, ne işi varmış tavuğun yatakta, adam gibi kümese koysaymış ya. Keloğlan gözlerini ne zaman kapasa tilkinin Çilli Tavuğu kaçırdığını görüyormuş. En sonunda bakmış ki olmayacak, tilkiyi ziyaret etmeye karar vermiş. Tilki bizim Keloğlan’ı görünce çok sevinmiş, onu yuvasına davet etmiş, bizimki tilkinin yuvasına girmiş bir de ne görsün, bütün köyün kümeslerinden çalınan tavuklar tilkinin orada değil mi? Görmüş ama görmemezlikten gelmiş…

Tilki her zamanki gibi bir plan peşindeymiş ama keloğlanın aklının ne kadar çabuk çalıştığını hesaba katmamış. Tilkinin yuvasında biraz oturan Keloğlan izin istemiş ama tilki ona izin verir mi hiç? Onun planı keloğlanı da bir kafese kapatıp yemekmiş. Keloğlan önce bir hoplamış, duvarda asılı duran meşaleyi alıp kendi kel kafasına tutmuş, buna bakan tilkinin gözleri kamaşmış, Keloğlan bu sırada oradan uzaklaşmış. Tilki onu elinden kaçırdığı için mutsuz, Keloğlan ise kahkahalar atacak kadar mutlu kaçarak uzaklaşmış. Daha sonra köylerde tavuğu çalınan ne kadar köylü varsa onları toplayıp gelmiş, köylüler o kadar sinirlilermiş ki, bizim tilki evini barkını bırakıp kaçmış. Bir daha da onu oralarda gören olmamış.

Çocukların Yaşlarına Göre Masal Okuma


Çocukların yaşlarına göre hangi masal okunmalı

Hangi yaştaki çocuğa ne tür masallar okumalıyız. çocuklar için kısa masallar, uzun masallar ve Dünya’dan seçme masallar okuyarak çocuklarımızın hayal dünyasını genişletin. Hayal dünyasında yeni kahramanlar keşfedin. Masal okumak çocuklarınızla aranızda farklı bir bağ kurmanızı sağlayarak onlara okuma alışkanlığı kazandırabilirsiniz. Masallarda bulunan resimler ile çocuklarınıza resim yapmayı sevdirebilirsiniz. Okul öncesi masal okumak alfabeyi, sayı saymayı, matematiği, hayvanları, ormanları, çiçekleri, ağaçları, mevsimleri masal kitapları okuyarak daha çocuk kavrar ve öğrenirler. Masallarda geçen farklı konular sayesinde konulara ilgi duymaya ve ve bu konuları çözümlemeleri, mantık kurarak kısa yoldan çözümler üretmelerini sağlar. Ne kadar çok masal okurlarsa kelime dağarcıkları bir o kadar genişler. Çocuklar yaratıcı düşünmeyi sağlarlar. Büyüklerde masallar sayesinde çocukluklarını hatırlar ve onların seviyesine inerek farklı bağlar kurmalarını sağlar.

Çocukların yaşına uygun masal ve hikaye seçimleri nasıl olmalıdır?

Çocuklarımıza okuyacağımız masal ve hikayelerin yaşlarına uygun olması gerekir. Çocuklarımızın anlayabileceği konularda olan masal ve hikaye seçimleri yapılmalıdır. Bazı masallar da korku ön planda tutulduğu için çocuğun dikkatini çekmeye bilir.

1-3 yaş grubunda olan çocuklar için komik ve eğlenceli masal ve hikaye seçimleri yapılmalıdır. Komik ve eğlenceli masallar bu yaşlardaki çocukların dikkatini çektiği için zevk alarak dinleyecektir. bu yaş grubunda olan çocuklar için kısa ve daha akıcı, kedilerin, köpeklerin veya kuşların bulunduğu yazılar oldukça dikkat çekebilir.

3-4 yaşında olan çocuklarımızın gelişimi biraz daha tamamladığı için uzun masallar ve hikayeler okuyabiliriz. Daha fazla hayal kahramanlarının bulunduğu küçük öğütler veren yazılar seçilmelidir.

4-5 yaş arasında olan çocuklar için ise gerçek ile hayal olan şeyleri ayırt ettikleri için masal dinlerken okuduğunuz konu hakkında sorular sorarlar. Olumlu ve olumsuz durumların farkına vararak kendileri hakkında çıkarımda bulunabilirler.

Küçük Prenses ile Bezelye Masalı


Prenses ve Bezelye Masalı

Bir zamanlar bir prens varmış. Bu prens evlenmek istiyormuş, ama evleneceği kişi gerçek bir prenses olmalıymış. Böyle birini bulmak için bütün dünyayı dolaşmış, ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Çünkü, karşısına çıkan prenseslerin hakiki olup olmadığını bir türlü anlayamıyormuş. Hep eksik bir şeyler bir şeyler oluyormuş. Sonunda üzüntü ve umutsuzluk içinde yurduna dönmüş.

Bir gece korkunç bir fırtına çıkmış; şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, kıyametler kopuyormuş. Derken sarayın kapısı çalınmış, yaşlı kral gidip kapıyı açmış. Fakat, o da ne kapıda, yağmurdan ve fırtınadan perişan olmuş bir zavallı bir kız duruyormuş. Üstelik her tarafından sular akan, tepeden tırnağa sırılsıklam olmuş bu kız gerçek bir prenses olduğunu söylüyormuş.
“Eh, anlarız bakalım!” diye düşünmüş yaşlı kraliçe, ama kimseye bir şey söylememiş. Yatak odasına gitmiş, yere bir bezelye tanesi koymuş. Bu bezelye tanesinin üzerine yirmi tane döşek, döşeklerin üzerine de yirmi tane kaz tüyü yatak koymuş. Gece olunca prenses bu yatakta yatmış. Sabah olunca kıza, gece nasıl uyuduğunu sormuşlar.

“Ah, korkunç bir şeydi!” demiş prenses. “Bütün gece gözümü bile kırpmadım! Allah bilir ne vardı yatak ta! Sert bir şeyin üstünde yatmışım gibi, her yerim çürüdü, mosmor kesildi! Gerçekten berbattı!”

Böylece anlaşılmış ki, yirmi döşek ve yirmi kaz tüyü yatağın altındaki bezelye tanesini hissedecek kadar nazlı, narin olduğuna göre, bu prenses hakiki bir prensestir! Prens onunla evlenmiş. O bezelye tanesini de müzeye koymuşlar. Eğer kimse almadıysa, bugün bile gidip görebilirsiniz onu. Gördünüz mü: işte size hakiki bir masal!

Keloğlan ve Macun Masalı


Çocukların severek dinledikleri ve okudukları keloğlan masallarından Keloğlan Ve Macun iyi okumalar dileriz.

Vaktin birinde bir keloğlan varmış. Onun bir de kocakarı anası varmış.Kocakarı bu oğlanı hangi işe verse durmazmış.

Bir gün keloğlan padişahın kızını görür, ona aşık olur. Anasına gelir,` ana git bana padişahın kızını iste` der.

Anası da, `oğlum senin beş aran yok, hem bir işte güçte değilsin. Senin gibi bir kele padişah kızını verir mi ? `der .

O da `Elbet verecek.sen git hemen iste der.Kadın başa çıkamaz ne yapsın, kalkar saraya gider. Padişaha varıp,` Aman efendim benim bir oğlum var, her gün beni dövüyor, sizin kızınızı isterim diyor. Ben de artık dayaktan usandım. Beni ister öldür , ister as, ne yaparsan yap.` Der.

Padişah da, `Haydi oğlunu bana getir` der. Kocakarı kalkar eve gelir . keloğlan ne yaptın diye sorunca `padişah seni istiyor` der.

Keloğlan doğru padişaha gider. Padişah bakar ki, bir keloğlan.`Ben buna kızımı nasıl vereyim?` der ve oğlanı başından savmak için, `ben sana kızımı veririm ama dünyada ne kadar kuş varsa onları bana getirmelisin der. Keloğlan saraydan çıkar, düşünür , taşınır.`Şimdi ben bu kuşları nereden bulacağım`? ben bu işi yapamam. Sonra padişahta beni öldürür. Haydi kaçayım` der kendi kendine, başını alır gider.

Gide gide epeyce gider. Günlerden bir gün kırda gezerken bir dervişe rast gelir.

Derviş,`oğlum nereye gidiyorsun? Deyince,keloğlan başına geleni anlatır. Derviş ona,`Haydi filan yere git, orada büyük bir servi ağacı var, orada otur, ne kadar kuş varsa o serviye konarlar. Sen de macun dersin. O zaman hepsi o ağaçta yapışıp kalırlar. Onları topla padişaha götür deyince, keloğlan doğru dervişin yanına gitmiş. Ne kadar kuş varsa gelip serviye konar.Keloğlan bulnalrı görünce` macun` der, kuşlar ağaçta kalır. Sonra hepsini toplayıp doğru padişaha götürür.

Padişah bakar ki, keloğlan dediğini yaptı, o vakit keloğlana,` Haydi şu başının kelini iyi et, yine eskisi gibi başına saçın bitsin, ondan sonra gel sana kızımı vereyim` der.

Keloğlan saraydan çıkıp evine gelir. Birkaç gün evinde oturur.O ne yapayım diye düşünürken, padişah da kızını vezirin oğluyla nişanlar. Keloğlan artık gelmez diye düğün yapar. Keloğlan düğün olduğunu işitince hemen saraya gider. Padişahın kızı, vezirin oğluyla evlendiği gecede sarayın tavan arasına çıkıp saklanır. Onlar yattıkları vakit, keloğlan `macun` deyince ikisi birbirine yapışır.

Sabah olur, bakarlar ki,gelin ve damat odadan çıkmıyorlar. Saat dörde, beşe gelir .Bunlarda hiç kalkmak filan yok.Beriki gelir , kapının deliğinden bakayım derken, keloğlan macun deyince o da kapıya yapışır.Bunu görüp acaba ne oldu d diye yanına gelen, keloğlan `macun` dedikçe yapışır kalır. En sonunda,sarayın içinde kim varsa, birer birer hepsi kapı önüne geldikçe yapışır kalırlar.

Padişah bunları görüp `Acaba bu nedir? Nasıl iştir? Diye durup oturamaz. Birkaç adam çağırıp,`Haydi filan yerde bir hoca vardır, gidin gelsin, şunun çaresini bulsun` diyerek gönderdiği adamlar sokakta gezerlerken bir kasap dükkanına varırlar. Şuradan biraz et alalım diyerek dükkana girerler. Kasap da etleri gösterip` Şundan mı ? Bundan mı ? diyerek etleri tutup gösterirken, keloğlan `macun` diye bağırır hepsi etlere yapışıp kalırlar.

Padişah bekler, bekler bunlar nerede kaldılar diye canı sıkılır.` Bari ben gideyim` der. Sokağa çıkar. Giderken bakar ki, kasap dükkanın da etlere yapışmış olarak adamları duruyor. Padişah` Ben sizi nereye yolladım, siz burada ne geziyorsunuz? Deyince, `Biz gidiyorduk, biraz et almak istedik bilmem ne oldu, buraya yapıştık kaldık` derler.

Padişah` Aman Yarabbi bu nasıl iştir? Diye kalkar doğru hocanın evine gider.

Hoca padişaha derki:`Efendim sizin kızınızı bir keloğlan istemiş, siz de vermemişsiniz, o da size bu işleri yapmış.

Padişah` Aman hoca bunun çaresi nedir ? diye sorar.

Hoca da ` Bunun çaresi kızınızı keloğlana vermenizdir. Yoksa bundan kurtulamazsınız ` der.

Padişah sarayına gelir,. Keloğlanı bulmaları için adamlar yollar. Keloğlan bunu işitince, doğru evine gidip oturur. Padişahın yolladığı adamlar, şurası burası diyerek keloğlanın evine gelirler. Keloğlan adamların geldiğini görünce anasına` Beni sorarlarsa burada yok, o çok vakitten beri kayboldu de` diye tembih eder.

O sırada adamlar kapıyı çalar. Kocakarı kapıyı açar. Onlar da,`keloğlan burada mı ?` diye sorarlar. Kocakarı da `Burada yok. Bilmem nerededir.çok vakitten beri eve barka gelmedi derler.Kocakarı `oğullar bilmem ki nereye gitti. Eğer bana bin altın verirseniz, ben de gidip arar bulurum ` demiş.

Adamlar,`aman ninecim, sen git bul da, biz sana daha çok altınlar veririz` deyip, bin altını kocakarının avucuna sayarlar.

Birkaç gün sonra keloğlan saraya gider, padişahın yanına çıkar. Padişah, keloğlanı görünce` Aman oğlum sen neredesin?Ben seni bu vakte kadar bekledim, gelmedin, neredeydin?` der.

Padişah vezirini çağırır. Keloğlana kızını nikah eder… O da yapıştırdığı adamlara,`çözül macun` der, yapıştıkları yerden kurtarır.

Vezirin oğlu yataktan kurtulduğu gibi, öyle bir kaçar ki, arkasından kimse yetişemez. Onlar da kırk gün kırk gece düğün yaparlar.

Kurt ile Yedi Keçi Yavrusu

kurt-ve-yedi-keci-yavrusu
Kurt ile Yedi Keçi Yavrusu Masalı

Dünya klasik masalları arasında gösterile Kurt ile 7 Yavru Oğlak masalını okuyacaksınız. Keyifli okumalar..
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pirelere berber iken, keçiler tellal iken yaşlı bir keçinin yedi yavrusu varmış. Bir anne çocuklarını nasıl severse o da yavrularını öyle severmiş. Günün birinde yaşlı keçi, yavrularına yiyecek bulmak için ormana giderken onları çevresinde toplamış:

– Sevgili çocuklarım demiş; ben ormana gidiyorum. Kendinizi kurttan ve diğer vahşi hayvanlardan sakının. Eğer kurt evimize girerse hepinizi kıtır kıtır yer. Bu alçak çok kez türlü kılıklara girer, ama kaba sesinden, kapkara ayaklarından onu hemen tanıyabilirsiniz!

Yavru keçiler:
– Sevgili annemiz, demişler, gözün arkada kalmasın… Güle güle git, güle güle gel… Biz kendimizi koruruz.

Keçi melemiş, iç rahatlığıyla yola çıkmış. Aradan çok zaman geçmemiş. Evin kapısını biri çalmış:

– Sevgili çocuklar diye seslenmiş, kapıyı açın bakayım. Anneniz geldi, hepinize yiyecek bir şeyler getirdi.
Fakat yavru keçiler kurdun kalın sesini tanımışlar; içeriden seslenmişler:

– Sen annemiz değilsin… Onun sesi hem ince, hem de tatlıdır. Senin sesin kalın. Sen kurtsun!
Bunun üzerine kurt bir dükkana gitmiş, iri bir tebeşir parçası satın almış, bunu yemiş, sesini inceltmiş. Sonra geri dönerek yine kapıyı çalmış:

– Sevgili çocuklar, kapıyı açın bakayım, demiş; anneniz geldi, hepinize ormandan bir şeyler getirdi.
Kurt kapkara ayaklarını pencereye dayamışmış. Oaklar bunu görünce yine bağırmışlar:

– Sana kapıyı açmayız. Annemizin ayakları seninkiler gibi kara değil. Sen kurtsun!
Kurt yine geri dönmüş, bir fırıncıya gitmiş:

– Ayağımı bir taşa çarptım demiş; üzerine biraz hamur sürer misin ?

Fırıncı kurdun ayaklarına hamuru sürmüş. Kurt bu kez değirmenciye koşmuş:
– Ayaklarıma bir parça un serp demiş.

Değirmenci kendi kendine:
– Kurt yine birini aldatmak istiyor demiş, un vermek istememiş. Fakat kurt:

– Dediğimi yapmazsan seni yerim! diye bağırınca değirmenci korkmuş, hemen bir avuç un alarak kurdun ayaklarına serpmiş. Bunun üzerine alçak hayvan üçüncü kez eve gitmiş, kapıyı çalmış:

– Sevgili çocuklar, kapıyı açın bakayım demiş; anneniz geldi, hepinize ormandan yiyecek bir şeyler getirdi.
Yavru keçiler bağrışmışlar:

– Önce ayaklarını göster de annemiz olup olmadığını anlayalım! demişler. Kurt ayaklarını pencereye dayamış. Oğlaklar bunların beyaz olduğunu görünce kurdun sözlerine inanmışlar… Kapıyı açmışlar. Bir de ne görsünler?.. Bu giren kurt değil mi? Yavru keçiler ne yapacaklarını şaşırmışlar, saklanacak yer aramışlar. Biri masanın altına kaçmış. İkincisi yatağa sokulmuş. Üçüncüsü sobanın içine girmiş. Dördüncüsü mutfağa saklanmış. Beşincisi dolaba girmiş. Altıncısı çamaşır sepetinin altına sokulmuş. Yedincisi de duvar saatinin içine girmiş. Fakat kurt vakit yitirmeden birer birer hepsini yakalayıp tutmaya başlamış. Yalnızca saatin içindeki yedinciyi bulamamış. Karnı da oldukça doyduğu için onu aramaktan vazgeçmiş, çıkıp gitmiş.

Evin önünde geniş bir çimenlik varmış. Orada bir ağacın altına sırt üstü yatmış, uyumaya başlamış.
Aradan çok zaman geçmeden keçi anne eve dönmüş. Aman Tanrım! Bir de ne görsün? Evin kapısı ardına kadar açık. Masa, sandalyeler devrilmiş. Çamaşır sepeti paramparça olmuş, yatıyor. Yastıklarla yorganlar yerlere atılmış… Keçi anne yavrularını aramış; hiçbir yerde bulamamış. Birer birer adlarını çağırmaya başlamış. Hiçbirinden karşılık alamamış. Sonunda sıra sonuncunun adına gelmiş. O zaman ince bir ses duyulmuş:

– Duvar saatinin içindeyim, anneciğim!
Keçi, yavrusunu oradan çıkarmış. Küçük oğlak kurdun gelişini, öbür kardeşlerinin hepsini yediğini anlatmış. Keçi annenin, zavallı yavruları için ne kadar gözyaşı döktüğünü kestirebilirsiniz. Sonunda bu acıyla dışarı çıkmış. Küçücük oğlak da birlikteymiş.

Çayırlığa vardıkları zaman kurdu bir ağacın altında yatar bulmuşlar. Öyle horluyormuş ki, ağacın dalları titriyormuş. Keçi anne kurdu uzun uzun seyretmiş. Karnında bir şeylerin kıpırdadığını, oradan oraya gidip geldiğini görmüş. İçinden:

– Aman Tanrım, demiş, yoksa kurdun akşam yemeği yaptığı yavrularım hala yaşıyorlar mı?

Bunun üzerine yavru keçi eve kadar koşa koşa giderek makası, iğne-ipliği getirmiş. Keçi anne canavarın karnını yarmış. Daha küçük bir yarık açılır açılmaz yavru keçilerden biri kafasını dışarı çıkarmış. Bir parça daha yarınca altısı da arka arkaya fırlayıp çıkmışlar. Hepsi dipdiri sapsağlammışlar. Meğer kurt aç gözlülüğü yüzünden bunları çiğnemeden yutmuşmuş. O andaki sevinci bir düşünün! Hepsi sevgili annelerinin boynuna sarılmışlar. Hoplayıp, sıçramaya başlamışlar. Keçi anne demiş ki:
– Haydi bakalım, şimdi gidip, taş toplayıp getirin… Uyanmadan şu dinsiz imansızın karnına dolduralım.

Yedi yavru keçi çabucak taşları bulup getirmişler; kurdun karnını tıklım tıklım doldurmuşlar. Sonra anne keçi çabucak derisini dikmiş. Bu arada kurt bir şey sezmemiş, yerinden bile kıpırdamamış.

Kurt uykusunu alınca ayağa kalkmış. Karnı taşla dolu olduğu için pek susamışmış. Bir pınarın başına gidip su içmek istemiş. Yürürken oraya buraya kımıldadıkça karnındaki taşlar çarpışmaya, takırdamaya başlamış. Bunun üzerine kurt:

Şu acayip işe bak!
Karnım bir şeyle dolmuş;
Yuttuğum altı oğlak
Sanki birer taş olmuş!

demiş. Pınar başına varınca suya doğru eğilip içmek istemiş. Gel gelelim, karnındaki taşlar yüzünden suya yuvarlanmış. Bağıra bağıra boğulup gitmiş.

Yedi yavru keçi bunu görünce koşa koşa gelmişler:

– Kurt öldü! Kurt öldü! diye bağrışmışlar. Anneleriyle birlikte pınarın çevresinde hoplayıp, zıplayıp yuvalarına dönmüşler.