Etiket arşivi: masallar

Yakışıklı Geyik Masalı Oku

Yakışıklı Geyik Masalı

Tibet munçağının Hani adında bir papağanı vardı. Munçak, Hani’yi satmak istiyordu fakat kimse Hani’yi almaya yanaşmıyordu. İşte, az önce tavşanın biri Hani’yi satın almak istemiş ama Hani olur olmaz yerde söze karışarak bu satışı engellemişti. Tavşan gittikten sonra, onların arasında şu konuşma geçti: “

Kızma be Munçak..Ne olmuş yani iki çift de söz biz ettiysek. Ben sadece kendimi tanıtmaya çalıştım. Bunun için çeşitli konularda fikir ileri sürüp, yorum yaptım. Kime ne zararı var benim fikirlerimin. Beyinsel fonksiyonlarımın bir ürünü bu fikirler, yani işleyen beyin fikir üretiyor, fikir söz şeklinde ağızdan çıkıyor.

Hem tavşan beni beğenmediğinden değil, seninle olmam çok daha faydalı olacağı için, beni satın almadı ve tavşan beni satın almadı diye bana kızmak hakkına sahip değilsin. “ Bunun üzerine Munçak, Hani’nin bulunduğu kafese sarıldı:

“ Canım Hani, seni satmak benim zoruma gitmiyor mu sanıyorsun? Yüreğim parçalansa da seni satmaya mecburum. Tavşan çok zengindi, süper para teklif etti. Bir ev alır, içini dayar döşer, kalanla iş kurardım, hayatım kurtulurdu. Keşke her söze limon sıkıp tavşanı vazgeçirmeseydin.

“ “ Tamam, Munçak. Beni sevdiğini ispatladın. Şimdi bir adım geriye git de, havasız kalmaktan kurtulayım. İki adım demedim yakışıklı geyik, bir adım dedim. Bir adım ileri gelirsen söyleyeceklerimi daha yakından dinlemek ve daha iyi anlamak şansına kavuşursun. Eee ne diyordun, beni satıp dayalı – döşeli ev alıyordun, iş kuruyordun. Ya ben ne oluyorum?

“ “ Ne demek, ben ne oluyorum? Sen zengin birinin yanına gidiyorsun ve lüks içinde yaşıyorsun. Yeni sahibin belki seni altın bir kafese koyar. Hayatın değişir, gerçek mutluluk neymiş öğrenirsin.

“ “ Altın kafes ve gerçek mutluluk. Altın kafesi anladım da, gerçek mutluluk ne demekmiş? Şu mutluluk denen olgunun gerçeği nasıl oluyor?

“ “ Bak Hani, şimdiye kadar sevinçli olduğumuz, mutlu olduğumuz zamanlar vardı. Arada mutsuz olduğumuz durumlar da bulunuyor. Bazen ne mutluluğu, ne mutsuzluğu düşünmeden yaşarız. İşte, bu mutluluk hayali mutluluktur; bir görünür, bir yok olur. Gerçek mutluluk ise, süregelir yani hep mutlu olursun.

“ “ Zengin tavşan beni almış olsaydı, altın kafese koymuş olsaydı, en güzel yiyeceklerle besleseydi gerçek mutluluk neymiş öğrenemezdim, çünkü sen yanımda yoksun diye mutsuz olurdum.

“ Hani’nin böyle konuşması üzerine Munçak derinden etkilendi. İçi cız etti. Onu satarsam mutsuz olacak, diye düşündü. Satmasa ne kaybederdi? Yatacak yeri vardı. Yiyecek, içecek ormanda boldu. Hem Hani gibi bir dostu arasan bulamazdın. Söyledikleri ise, yabana atılır cinsten değildi. Anlayana çok şey öğretirdi. Munçak, seni satmaktan vazgeçtim deyince Hani bir sevindi, bir sevindi ki, sormayın. Aradan aylar geçti. Sonbaharın son günleriydi. Havalar soğumaya başlamıştı.

Tibet Dağları’nda yaşayan geyiklerin bölge temsilcilerinin toplanıp, kış için gerekli hazırlıkları konuşacakları gün gelmişti. Toplantı alanına geyikler üçlü gruplar halinde geliyordu. Munçak ise, Hani’yi mağarada bırakmıştı. İki arkadaşıyla birlikte toplantı alanına gelince geyiklerin sevgi gösterisiyle karşılandı.

Munçak biraz sonra toplantı başkanlığı için aday olduğunu açıkladı. Hani mağaranın dışında gürültüler duydu. Kulak kabarttı. Pek çok ayak sesi gittikçe yakınlaştı ve duruldu. Artık tek bir ses duyuluyordu. O da, bir insan sesiydi. Ses özet olarak, geyiklerin yaptıkları toplantının basılacağını ve bütün geyiklerin kurşunlanacağını söylüyordu. Gelenler, yarım saat sonra gidince, Hani toparlandı. Bunlar kötü insanlardı. Bir katliam yapacaklardı. Oysa Munçak giderken neşeliydi. Başkan seçilirim diyordu. Munçak ölmemeliydi, hiçbir geyik ölmemeliydi.

Yazıktı onlara. Katliam olmayacaktı. Kafesten çıkar, uçarak gider, duyduklarını söyler, onları kurtarırdı. Hani çok uğraştı demir kafesin kilidini kırmak için. Kanatlanıp kanatlanıp kafesi taş duvara çarptı. Her tarafı yara-bere içinde kaldı. Tüyleri birer birer kopup yere düşüyordu. Hani’nin bu inanılmaz güç gösterisine kilit dayanamadı ve kırıldı. Hani kafesten fırlayıp, mağaranın dışına çıktı. Fakat Hani bir türlü uçmayı başaramadı. Yardıma koşamadı. Bunda Hani’nin kafeste doğup büyümesinin rolü vardı. Zaten Hani hayatı boyunca hiç uçmamıştı.

Kötü insanların yaptığı katliam korkunç oldu. Geyiklerin çoğu toplantı alanında can verdi. Sadece Munçak ve dört Barasinga geyiği kurtulmayı başardı. Munçak, Barasinga geyikleriyle birlikte, mağaraya geldiğinde Hani’yi bulamadı. Demir kafes yerde, kilidi kırılmış, mağara Hani’nin güzelim tüyleriyle doluydu. Munçak dışarı çıkınca ayak izlerini fark etti. İnsanların ayak izlerini. Oysa bu izler mağarada yoktu. İzler aşağıdan geliyor, toplantı alanına doğru gidiyordu. Demek ki, insanlar burada mola vermişlerdi ve Hani konuşmaları duyup yardıma gelmek amacıyla kafesin kilidini zorlukla kırmıştı.

Hani uçamazdı, yardıma gelemezdi, o zaman neredeydi? Munçak önce Hani’yi bulacak ve sonra başarılması olanaksız gibi görünen planını uygulayıp, tam toplantı başkanı seçildiği anda ortalığı kan gölüne çeviren, masum geyikleri katleden insanları cezalandıracaktı. Munçak, ayak izlerini takip ederek, Hani’yi buldu.

Zaten fazla uzağa gidememiş, biraz ilerdeki çalıların dibinde baygın yatıyordu. Yaraları sarıldıktan sonra mağaraya bırakıldı. Munçak ve Barasinga geyikleri gece yarısı toplantı alanını rahatça görebilecekleri bir tepeye çıkarak durum değerlendirmesi yaptılar. İnsanlar, çadırlarda uyuyorlardı.

Sadece üç nöbetçi bırakmışlardı. Munçak işin bu gece bitmesini istiyordu. Fakat Barasinga geyikleri yarın öğle vakti, gündüz gözüyle diyorlardı. Munçak, onlarla fazla tartışmadı. Tamam, sizin dediğiniz olsun, diyerek sözü bağladı. Daha sonra geyikler bir mağaraya girip yattılar. Barasinga geyikleri uyur,

Munçak uyumazdı. Sessizce mağaradan çıkarak, toplantı alanına geldi. Nöbetçileri kollayarak çadırlara yaklaştı. Üstün koku alma gücünü kullanarak cephanelik çadırını buldu. Kapıdaki nöbetçiyi bayıltarak çadıra girdi. Dinamit dolu çantayla bir kutu kibrit alarak kaçtı. Munçak tepeye çıktı.

Oradaki gölün toplantı alanına bakan yamaçlarındaki kayaların arasına dinamitleri yerleştirdi ve fitili ateşledi. Biraz sonra patlayan dinamitler büyük kaya parçalarını ve tonlarca suyu toplantı alanına indirdi. Munçak sabah olunca toplantı alanına şöyle bir baktı. Çadırlar yoktu, ortalıkta insan görünmüyordu. İnsanların hepsi ölmüş müydü? Sağ kalanlar varsa garanti peşine düşeceklerdi. O zaman Barasinga geyiklerini yanına alarak tepenin arkasındaki bataklığa sığınacaktı. Munçak, Barasinga geyiklerini mağarada buldu.

Onlar, gece yarısı yer sarsıntısı olduğunu zannetmişler ve dışarı çıkmamışlardı. Olanları Munçak’tan dinleyince çok kızdılar. Dördü birlik olup Munçak’ın üstüne yürüdüler. Munçak mağaradan kendini dışarı zor attı. Barasingalar, laf anlamıyordu. Amaç, hunharca öldürülen geyiklerin intikamını almak değil miydi? İşte, intikam alınmıştı. Bu nefret nedendi? Gündüz gözüyle zaten bir şey yapılamazdı. Barasingaların belli bir planı yoktu. Güpegündüz eli silahlı onca insanın üstüne tekme-yumruk yürüyemezdin ya.

Bol bol yiyip, bel bel bakınmakla intikam alınamazdı. Masum geyiklerin kanı yerde kalırdı. Birbiri ardınca patlayan silahlar anlamsız tartışmaya son verdi. Munçak ve Barasingalar, hızla tepeyi aşıp, bataklığa doğru kaçtılar. Peşlerinde büyük patlamadan sağ kalan üç insan vardı. Gözleri dönmüş, acımasız, katil ruhlu insanlardı. Bataklıkta Munçak’la Barasingalar arasında yeni bir anlaşmazlık çıktı. Barasingalar, üç insandan kaçmayı gururlarına yedirememişti. Onların silahları varsa bizim boynuzlarımız var diyorlardı. Geri dönüp saldıracaklardı. Munçak çok diretti dönmeyin diye ama dinletemedi. Munçak’ın boş bulunduğu bir anda onu bataklığın çamurlu sularına ittiler. Munçak ağır ağır bataklığa gömülürken, bir kez olsun yardım edin demedi.

Bütün Barasinga geyikleri böyle değildi ama, bu dört terso nasıl bir araya gelmişti, hayret!..Barasingalar, bataklığın çıkışında namlulara hedef oldular ve birer birer cansız yere serildiler. Aradan altı ay geçti. İnsanlar gitmiş, olanlar unutulmuştu. Papağan Hani iyileşmiş, uçmayı öğrenmişti. Munçak’ı arıyordu, neredeydi Munçak? Hani, bir gün bataklıktaki ağaçların birinin üstünde dinleniyordu. Uzaklarda bir geyik gördü. İster misin bu Munçak olsundu? Hani, heyecan içindeydi, yakındaki bir ağaca kondu.

Artık emindi, Munçak karşısındaydı. Hani, sevinç çığlıkları atarak, Munçak’la kucaklaştı. Munçak ise, Hani’ye hiç beklemediği bir anda kavuşmuştu. Olanı, biteni anlattı. Barasingalar tarafından bataklığa itildikten sonra hayattan ümit kestiğini söyledi. Bunun üzerine Hani: “ Peki, nasıl kurtuldun? “ diye sordu. Munçak: “ Kurtulmadım, kurtarıldım…” dedi. “ Seni kim kurtardı? “ “ Su yılanı Rave. Dört metre boyunda, iri bir su yılanı. Beni yeniden hayata döndürdü. Onunla çok iyi arkadaş olduk. Güçlü bir karakter yapısına ve sağlam bir iradeye sahip. Ağzından kırıcı söz duyamazsın, yalan söylemez, kötülük bilmez. “ “ Rave şimdi nerede? “ “ Buralardadır. Bazen benden ayrılır, şöyle bir dolaşıp geleyim, der gider. İki, üç saat ortada görünmez.

Nereye gider, ne yapar bilmem. “ “ Sorsan ya, arkadaş neredeydin, diye. “ “ O kadarı da fazla. Özel hayatına karışamam. Dostları, arkadaşları vardır, onların yanına gidiyordur. Herhalde bütün zamanını bana ayıracak değildi. “ “ Gel Munçak, takip edelim şu Rave’yi. Bakalım nerelere gidiyor, neler yapıyor? “ “ Takip edelim de, ayıp etmiş olmaz mıyız? Belki bizim bilmememiz gereken durumlar vardır. Hem Rave, takip edildiğini fark ederse bize kızabilir. “ “ Kızmaz, kızmaz. Yardıma ihtiyacı olabilir Rave’nin, ama bunu sana söyleyememiştir. Aniden ortaya çıkarız, Rave sevinir. Eğer yanlış yapmışsak suç benim, seni ben zorladım. Sen beni kırmamak için, bu işe girdin. Tamam mı? “ “ Tamam değil. Senin önsezilerine güvenirim. Boşuna konuşmazsın. Macera olsun diye hiçbir işe kalkışmazsın. Garanti Rave’nin yardıma ihtiyacı vardır. Dikkat ediyorum da, son günlerde daha az konuşur oldu. Gittiği yerden dönünce hep düşünceli oluyor, dalıp gidiyor. Ben konuşuyorum, o dinliyor.

Aradan birkaç saat geçmeden kendine gelemiyor. Rave’yi takip ederiz ama bir şartla: Yanlışa düşersek suç ikimizin olur. “ “ Aslanım Munçak, seni seviyorum, şartını kabul ediyorum. “ Munçak daha sonra hayatını borçlu olduğu su yılanı Rave’yi Hani ile tanıştırdı. Hani ilk anda çekindi Rave’den. ‘ Ne kadar kocamanmış. Falso yaparsak ve bir kızarsa yutar beni bu Rave ‘ diye düşündü. Plan, kusursuz olmalıydı. Rave hiçbir şeyin farkına varmamalıydı. Kolay değildi, Munçak ölümden dönmüştü.

Daha tam olarak toparlanamamıştı. O, bataklıkta kısılıp kalacak bir geyik olamazdı. Bataklıktaki yaşam eski Munçak’tan pek çok şeyi alıp götürmüştü. Yürümesi yavaşlamıştı, hızlı koşamıyordu. Neredeydi o rüzgârla yarışan geyik? Zayıflamıştı azıcık, eskisi gibi heybetli değildi. Ayrıca boynuzunun biri ortadan kırıktı. Munçak, Barasingalar mağarada kendisine saldırdığında boynuzunun kırıldığını söylemişti. Munçak’ı bu işe fazla karıştırmadan Rave’nin durumunu araştırmalı, yardıma ihtiyacı varsa yardım etmeli, Munçak’ın Rave’ye can borcu ödenmeli ve Munçak’ı bataklıktan kurtarıp ormana götürmeliydi. İşte, o zaman Munçak yine rüzgârla yarışırdı. Eğer Munçak isterse, yeniden bir kafese girer, Munçak’ın onu iyi bir fiyata satmasını beklerdi.

Yeter ki, Munçak bataklıktan kurtulsundu. Arkadaşlık dediğin böyle olurdu. Bir gün Hani başının ağrıdığını söyleyerek bataklıktaki mağarada kaldı. Munçak ile Rave gezmeye çıktılar. Bir saat sonra Rave, şöyle bir dolaşıp geleyim, dedi ve Munçak’tan ayrıldı. Rave bataklık suyuna girdi ve yüzmeye başladı. Hani ise, gökyüzünde yükseklerde uçarak, Rave’yi izliyordu. O, bugün Rave’nin nereye gittiğini, ne yaptığını öğrenmeye kararlıydı. Rave uzun süre yüzdükten sonra küçük bir adaya çıktı.

Yanına kendi kadar bir su yılanı ve on tane yavru su yılanı geldi. İki saate yakın onların yanında kalan Rave, daha sonra geldiği yoldan Munçak’ı bıraktığı yere doğru yüzmeye başladı. Hani, Rave’den önce, Munçak’ı buldu. Olanları anlattı. Her şey apaçık ortadaydı. Rave eşini ve yavrularını görmeye gidiyordu. Munçak, Rave gelince, artık ormana gitmek istediğini, ormanı özlediğini söyledi. Rave ısrar etti Munçak’a kal diye ama Munçak, kesin kararını verdiğini, gideceğini, ara sıra ziyarete geleceğini söyledi. Daha sonra Munçak ile Hani, Rave’ye bol şans dileyerek ayrıldılar. Munçak ormanda birkaç ayda kendine geldi. Güçlendi. Hızlı koşmaya başladı. Hem öyle hızlı koşmaya başladı ki, Hani uçarak O’nu geçmekte zorlanıyordu.

Küçük Çoban Masalı Oku


Küçük Çoban Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak köylerden birinde küçük, akıllı ve iyi kalpli bir çoban varmış. Çobanın yaşadığı köy o kadar güzelmiş ki köyünü çok severmiş. Her yer yemyeşilmiş. Küçük çoban o kadar akıllıymış ki herkese çok değişik cevaplar verirmiş ve büyük bir şaşkınlık yaratırmış. Bir gün kral ki ya köylerden birinde çok zeki bir çoban olduğunu duymuş ve onu görmek istemiş.

Küçük çoban aradan biraz zaman geçtikten sonra, kralın huzuruna gelmiş. Kral çobana üç tane soru soracağını söylemiş. Çoban biraz şaşırmış. Ama kendine de güveniyormuş. Kral eğer sorulara doğru cevap verirse, kendisini devlet işinde önemli bir yere getireceğini söylemiş. Sarayda yaşayacaksın demiş. Çoban bu duruma çok heyecanlanmış ve soruları beklemeye başlamış.

Kral çobana dünyadaki denizlerde kaç damla su olduğunu sormuş. Tabi ki küçük çobanın, bu soruya cevabı hazırmış. Bunu net olarak öğrenebilmek için, bulutları takip etmek, ayrıca doğal su kaynaklarını bulmak gerekiyor, demiş. Bulutlardan damlayan yağmur suları denizlere dökülür be doğal su kaynakları kontrol edilmez ise denizler de ne kadar su damlası olduğunu öğrenmek, pek de mümkün olmaz demiş. Kral herhangi bir yorum yapmadan, diğer sorusuna geçmiş.

Diğer bir sorusu ise evrendeki sonsuzluğun ne kadar olduğu ile ilgiliymiş. Küçük çoban heyecanla bu soruyu da cevaplamış. Küçük çoban Kafdağı’ nin yüksekliği ve derinliği 1 saat demiş. Anka Kuşu Kafdağı’na bilindiği üzere yüz yılda bir kere gelir demiş. Daha ulaşan Anka kuşu gagalamaya başlar ve gagalama bittiğinde, 1 saniye geçer demiş. Evrendeki sonsuzluğunda bir saniyesi geçer, bu durumda demiş. Küçük çobanın verdiği bu cevapta kralı çok şaşırtmış ve hemen son sorusuna geçmiş.

Kral son sorusunda gökteki yıldızlarının sayısını sormuş. Küçük ama çok zeki olan bu çoban, bu soruyu cevaplamak için, bir kâğıt kalem istemiş. Hemen verilmiş. Kâğıdın üzerine noktalar atmaya başlamış. Noktalar bir süre sonra sayılamaz hale gelmiş. Kaç kişi baktıysa da kimse noktaları sayamamış. Küçük çobanın bu soruya cevabı da çizdiğim noktalar kadar gökyüzünde de sayılamayacak kadar yıldız var, olmuş. Kral bu cevabında ardından bir cevap vermek için, düşünmüş.

Kral küçük ve akıllı çobanı hem çok sevmiş, hem de çok zeki bulmuş. Ona aferin demiş. Sorduğu sorulara aldığı cevapların hepsinin, doğru olduğunu söylemiş. Ülkede öne çıkan bir şahıs olacağını belirtmiş. Küçük çoban divan üyesi olmuş. Aradan yıllar geçmiş, sarayda çok önemli bir mevkiye gelmiş. Kralın huzuruna çıktığı o günden sonra, hayatı çok değişmiş. Ne kadar güzel bir hayat yaşasa da çobanlık yaptığı köyü unutamıyor, ara sıra gidip, ağaçların altında vakit geçiyormuş. Hayatı boyunca geldiği yeri hiç unutmamış.

Avcı ile Kuş Masalı


Avcı ile Kuş Masalı

Bir avcı kuşları kolayca yakalayabilmek için kendini ağaç dalları, otlar ve yapraklarla gizleyip çayırlığa oturdu. Önüne bir tuzak kurup, bir avuç buğday attı.
Hiç hareket etmeden beklemeye başladı. Bu sırada karnı iyice acıkmış bir kuş gelip, yakınına kondu. Onu böyle sessiz sedasız oturur görünce:
-Sen ne yapıyorsun burada? diye sordu.
Avcı:
-Dünyadan elini eteğini çekmiş bir zahidim ben! diye cevap verdi. Hiç kimsenin işine karışmıyor, burada kendi halimde yaşıyorum…
Kuş:
– O buğdaylardan biraz yiyebilir miyim? dedi.
– Bilmem ki dedi avcı, bir yetimin emaneti bana… Ama karnın çok acıkmışsa gel ye!
Kuş, avcının gizli niyetlerinden habersiz, onu iyi yürekli ve dünya işlerinden uzaklaşmış bir zahid kimse olarak kabul edip buğdaylara saldırınca, hileci avcının ellerine düştü.
Aldatıldığını anladığında ise iş işten geçmiş, tuzakta binlerce feryada başlamıştı.
Avcı:
-Görünüşe ve söylenen her söze inanırsan sonun böyle olur işte diyordu. Tuzağa yakalandıktan sonra feryadın ne faydası var? Uygunsuz hırs ve hevesler canların düşmanıdır. Önemli olan tehlike gelmeden önce uyanık ve tedbirli olmaktır. Felaket tufanından sonra ağlayıp sızlamışsın neye yarar?

Masal Oku İnternetten Çocuğunuza Masal Okuyun

masal oku

Çocuklar İçin Masal Okumanın Önemi

Yapılan bilimsel araştırmaların sonucunda çocukların severek dinledikleri masallar hem sosyal hem de bilişsel becerilerin gelişmesine katkı sağlıyor. Sadece bununla sınırlı kalmayarak dil gelişimlerinin geliştirilmesine de yardımcı oluyor. Sosyal becerilerinden zihinsel gelişimine kadar her anlamda olumlu katkılar sağlıyor. Bu yüzden ebeveynlerinde çocuklarının bu gelişimlerine katkı sağlamak amacıyla, masal okumaya önem vermesi gerekir.

Çocuklar için masal okumak, küçük yaşlardan itibaren yapılmalıdır. Çocuğun hoşuna gidecek pek çok masal çeşitleri bulunuyor. Buna göre çocukların düşünsel zekasını daha fazla arttırmayı sağlayacak masallara yönelebilirsiniz.

Çocuklar İçin Masal Seçimi Nasıl Olmalıdır

Çocuklar için masal seçimi konusunda da dikkatli olunmalıdır. Mutlaka onların anlayabileceği şekilde bir masallar seçilmelidir. Masal çeşitleri, çocuğun yaş aralığına bağlı olarak değişkenlik gösterebiliyor. Anne ve babalarında masal okurken, çocuğun yaş kriterini -mutlaka göz önünde bulundurmalı ve onun anlayacağı masallar seçmelidir.

Masalların çocuklar üzerinde olumlu etkileri bulunduğundan dolayı, her gün 30 dakika da olsa masal okunması gerekecektir. Masal okuduğunuz andan itibaren ise çocuklarınızın hayal dünyasında, bambaşka şekilde bir şeyler oluşmaya başlar. Hayal dünyasının gelişmesi, düşünsel zekanın arttırılmasına yardımcı olacaktır.

<strong>Çocuklarınıza Masal Okumanın Faydaları</strong>

Çocuklara masal okumanın faydaları bulunuyor. Bu yüzden dolayı onların sevebileceği ya da diğer ifadeyle olağanüstü olarak tabir edebileceğimiz masal türlerini seçebilirsiniz. Masal okumanın çocuklarınız üzerinde ki yaratacağı olumlu etkileri şu şekilde ifade etmemiz mümkündür.

• Dil gelişimine çok fazla katkı sağlamaya neden olacaktır

• Düşünsel becerilerin artmasına yardımcı olur

• Zeka gelişimine katkı sağlar

• Sosyal gelişimi açısından önemlidir

• Çocukların hayal dünyasını geliştirmeye yardımcı olacaktır

• Yaratıcı bir kimliğe sahip olmasını sağlayacaktır

Çocuklarınıza masal okuduğunuz zaman doğal olarak onlara da hayattan haber vermeye başlamış olursunuz. Henüz hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklarınız, okumuş olduğunuz masallarla aslında kafasında kurguları oluşturmaya başlar. Masalların en güzel yanlarından biri de daha henüz çok küçük yaşlarda bile okuma alışkanlığının kazanılmasına yardımcı olmayı sağlamasıdır. Burada önemli olan ise ebeveynlerin, çocukların üzerinde bir etki oluşturmasıdır. Burada yapmanız gereken ise çocuğa küçük yaştan itibaren okuma alışkanlığını kazandırmanızdır.

Şehzade ile Limon Kız Masalı


Şehzade ile Limon Kız Masalı

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde… Develer tellallık eder eski hamam içinde…Hamamcının tası yok. külhancının baltası yok…Arap bacı hamama gider, koltuğunda bohçası yok…Handadır handa, yetmiş iki deli ile bir manda. Yedik, içtik, dişimizin dibi et yüzü görmedi… Bereket versin hacı cambaza… Bize bir at verdi, dorudur diye… At bize bir tekme vurdu. Geri dur diye… Deniz ortasına vardık kıyıdır diye…Tophane güllesini cebimize doldurduk, darıdır diye… Kız kulesini belimize soktuk borudur diye… Tuttu bizi bir zaptiye, delidir diye… Attı tımarhaneye, bir gün, iki gün, üç gün…Tuttuk pirenin birisini, yüzdük derisini, çadır kurduk Üsküdar’dan berisini… Masaldır bunun adı… Söylemekle çıkar tadı… Her kim ki dinlemezse, hakkından gelsin topal dadı…

Vakti zamanında çok iyilik sever bir padişah varmış… Fakirlere ramazanlarda yiyecek, bayramlarda giyecek dağıtırmış… Yılda bir gün de sarayının karşısındaki çeşmenin bir musluğundan yağ, bir musluğundan da bal akıtır, herkesin duasını alırmış…

Gene böyle çeşmenin musluklarından yağ ile bal aktığı bir gün, ihtiyar bir kadın çeşmeye gelmiş. Elindeki ağzı kırık testiye yağ doldurmuş.

O sırada, padişahın yaramaz oğlu da, sarayın penceresinden çeşmeye gelip gidenleri seyrediyormuş. İhtiyar kadın çeşmenin yanından uzaklaşırken, okunu çektiği gibi onun testisini parçalamış. Yağ yerlere dökülmüş.

Şehzade, ihtiyar kadının haline kahkahalarla gülmeye başlamış. Neye uğradığını anlayamayan kadıncağız, başını kaldırıp, şehzadeye:

Hey oğlum! diye seslenmiş, ben sana ne yaptım da testimi kırdın? Dilerim Allah’tan, Limon Kız’a âşık olasın da, onu göremeyesin!

O günden sonra şehzadeyi bir düşüncedir almış… Acaba bu Limon Kız nasıl bir şeydir, diye akşamlara kadar düşünüyor, meraktan çatlayacak hale geliyormuş.

Oğlunun bu düşünceli haline canı sıkılan padişah, bir gün onu yanına çağırarak sebebini sormuş. Şehzade de Limon Kızı merak ettiğini, izin verirse gidip onu arayacağını söylemiş.

Padişah, çaresiz razı olmuş. Şehzade, hazırlandıktan sonra bir gün padişah babası ile sultan annesine veda ederek yola düşmüş…

Az gitmiş, uz gitmiş… Dere tepe düz gitmiş… Günlerce yol almış… Nihayet bir dağ başında ihtiyar bir adama rastlamış. Selam verip ihtiyarın elini öpmüş.

Bu delikanlının kendisine saygı gösterip elini öpmesine pek memnun olan ihtiyar:

Hayır ola evlat, diye sormuş, böyle tek başına nereye gidiyorsun?

Şehzade:

Bir Limon Kız varmış, diye cevap vermiş. Onu pek merak ediyorum da, aramaya çıktım. Ama, günlerden beri yol yürüdüğüm halde hâlâ bir iz bulamadım…

İhtiyar gülerek:

Ben Limon Kız’ın bulunduğu yeri biliyorum, demiş. Sana tarif edeyim: Şuradan doğru yürü. Karşıki dağın arkasına git. orada önüne bir gül bahçesi çıkacak. Gül ağaçlarının kocaman, kocaman dikenleri vardır. “Ne güzel güller” diyerek bir gül koparıp kokla. Ellerinin kanamasına bakma! Oradan çıkıp yürü… Suyu kan gibi kırmızı akan bir dere ile karşılaşacaksın. Yanına gidip “aman ne temiz su” diyerek biraz iç… Yoluna devam et… Bir köşe başında zincirlerle ağaçlara bağlanmış bir at ile bir köpeğe rastlayacaksın. Atın önündeki eti köpeğin önüne, köpekin önündeki otu da atın önüne koy… Oradan uzaklaş… İlerde karşına iki kapı çıkacak. Bir kapalı, öteki açıktır. Kapalı kapıyı aç, açık kapıyı kapa! Açılan kapıdan geçerek yürü… Büyük bir bahçeye gireceksin. Burası devin sarayının bahçesidir. Bahçede binlerce meyve ağacı arasında bir tane de limon ağacı vardır. O ağacı arayıp bul! Üzerinde üç tane limon göreceksin. Bu üç limonu da kopar, arkana bakmadan geri dön! Geldiğin yerlerden geç… Bu limonları keserken her birinden bir kız çıkar. Senden bir şey isteyecekler: İstediklerini yaparsan ne âlâ…

Yapmazsan ölürler. Dikkatli davran… Haydi yolun açık olsun evladım!

Şehzade, ihtiyara teşekkür etmiş, elini öpmek için eğildiği zaman karşısında kimseyi bulamamış. İhtiyar birdenbire ortadan yok olmuş.

Hemen yola çıkarak yürümeye başlamış. Çok geçmeden dağın arkasına varmış. Biraz sonra gül bahçesine ulaşmış. Güllerin arasına dalmış. Elleri dikenlerden kan içinde kaldığı halde, bir gül koparıp “ne güzel güller” diye koklamış. Oradan çıkmış. Suyu kan gibi akan dere ile karşılaşmış. Kenarına gidip eğilmiş, “aman ne temiz su” diyerek biraz içmiş, kalkıp yoluna devam etmiş. Bir köşe başında zincirlerle ağaçlara bağlı at ile köpeği görmüş. Köpeğin önündeki otu, atın önüne, atın önündeki eti de köpeğin önüne koyarak oradan uzaklaşmış. Biraz sonra karşısına iki kapı çıkmış. Açık kapıyı kapamış, kapalı kapıyı da açarak içinden geçmiş ve devin meyve bahçesine girmiş.

Koca bahçede araya araya limon ağacını bulmuş. Hakikaten ağaçta üç tane limon varmış. Üç limonu da koparıp geriye dönmüş. Tam bahçenin kapısına yaklaştığı zaman, dev, bahçesinden limonların koparıldığının farkına vararak, yeri göğü inleten sesi ile bağırmış:

Tutun kapılar! Şu oğlanı tutun!

Açık kapı dile gelip deve cevap vermiş:

Ben kaç yıldır kapalı duruyordum. Kimse bana halin nedir diye sormadı. Bu delikanlı beni açtı, biraz ferahladım. Ben onu tutamam! Güle güle gitsin!

Şehzade, kapıdan geçmiş.

Dev, bu sefer at ile köpeğe seslenmiş:

At! Köpek! Şu oğlanı tutun! Bırakmayın!

At ile köpek birlikte cevap vermişler:

Biz onu tutmayız. Yıllardan beri birimize zorla et, birimize de ot yediriyorsun. O bizi bundan kurtardı. Etle otun yerini değiştirdi. Allah ondan razı olsun. Biz ona fenalık yapamayız!

Şehzade, atla köpeğin önünden de geçmiş.

Bu sefer dev, dereye seslenmiş:

Kanlı dere! Kanlı dere! Şu oğlanı bırakma!

Dere, dile gelip cevap vermiş:

Ben ona fenalık yapamam. Sen her zaman “kanlı dere” diye benim suyumu içmezdim. Halbuki o, “aman ne temiz su” diyerek içti, gönlümü hoş etti. Varsın geçsin, yolu açık olsun!

Şehzade, dereden de geçerek gül bahçesine girmiş.

Dev, arkadan gene seslenmiş:

Dikenli güller! Dikenli güller! Şu oğlanı tutun! Bırakmayın!

Güller de dile gelip hep bir ağızdan deve cevap vermişler: Sen tenezzül edip de bir gün olsun bizi koklamadın. Her zaman “dikenli güller” diye hakaret ettin. Halbuki bu delikanlı dikenlerimize bakmadı. Ellerinin kanamasına aldırmadı. Bizden bir tane kopararak “ne güzel güller” diye kokladı. Bizi sevindirdi. Allah da onu sevindirsin. İşi rastgitsin!

Şehzade, gül bahçesinden de çıkıp yola koyulmuş.

Dev, çaresiz kalınca, bahçesinden çıkarak oğlanın arkasından koşmaya başlamış. Kapılardan, sonra da atla köpeğin önünden geçmiş, dereye gelmiş. Fakat, dere ona yol vermemiş. Sularını kabartmış, kabartmış… Her tarafı kaplamış, devi boğmuş.

Şehzade, her şeyden habersiz olarak yol alırken, limonlardan birini kesmeyi düşünmüş. Yol kenarına oturarak bıçağı ile limonun birini kesmiş. Limon iki parça olur olmaz, içinden son derece güzel bir kız çıkmış. Şehzadeye:

Su! Su! diye seslenmiş.

Şehzade, kızın su istediğini anlamış. Etrafına bakınmaya başlamış. Aksi gibi oralarda ne bir dere, ne de bir çeşme görememiş. Zavallı kız da:

Su! Su! diye diye ölmüş.

Şehzade bu hale fena halde üzülmüş. Ama ne çare? Yerinden kalkmış. Kederli kederli yol almaya başlamış. Biraz yorulmuş. Bir ağaç altına oturarak dinlenmeye koyulmuş. Bu sırada ikinci limonu da kesmiş.

Bu limondan da göz kamaştıracak kadar güzel bir kız çıkmaz mı? O da, evvelki gibi:

Su! Su! demeye başlamış.

Fena halde telaşlanan şehzade, sağına soluna bakınarak su aramış. Fakat Allah’ın dağında ne bir pınar, ne de bir dere yokmuş. Çaresizlik içinde bu kızın da:

Su! Su! diye diye inleyerek öldüğünü görmüş.

O kadar üzülmüş ki, neden bu ikinci limonu bir su kenarında kesmedim diye kendi kendine kızmış.

Kederli kederli yerinden kalkmış. Düşünceli düşünceli yola koyulmuş. Ne olursa olsun üçüncü limonu bir su kenarında kesmeye karar vermiş.

Böylece epey zaman yol almış, nihayet bir şehre yaklaşmış. Şehre girmeden yol kenarında ağaçlıklı bir bahçe görmüş. Bahçenin ortasında kocaman bir havuz varmış. Etrafta da kimsecikler yokmuş.

Gidip havuzun kenarına oturmuş. Elleri titreye titreye üçüncü limonu çıkarıp kesmiş.

Bu sefer, içinden, evvelkilerden daha güzel, ayın on dördü gibi bir kız çıkmış. Başlamış:

Su! Su! demeye…

Şehzade hemen onu tutup havuzun içine atmış.

Bol suya kavuşan Limon Kız, kana kana içmiş, doya doya yıkanmış. Şen kahkahalar atmaya başlamış.

Limon Kız’ı ölmekten kurtardığı için şehzadenin sevincine son yokmuş… Neşe içinde Limon Kız’ı seyrediyormuş.

Limon Kız havuzda yıkanırken, şehzade:

Sultanım, demiş, sizi bu halde sarayımıza götüremem. Burada bekleyin. Ben gidip size güzel bir elbise getireyim. Askerlerimi de alayım. Saraya öyle döneriz.

Limon Kız:

Peki şehzadem, demiş, ben sizi şurada ağacın üzerine çıkarak beklerim. Yalnız, saraya gittiğiniz zaman annenizle babanıza, alnınızdan öptürmeyin. Sonra beni unutursunuz.

Şehzade “peki” demiş. Sonra parmağındaki yeşil taşlı yüzüğü çıkararak

Limon Kız, diye seslenmiş, al bu yüzüğü de, parmağına tak! Birbirimizi kaybedersek, bununla kolay buluruz…

Yüzüğü havuza doğru fırlatmış. Limon Kız yakalayarak parmağına takmış. Şehzade de oradan uzaklaşıp gitmiş.

Saraya varır varmaz, oğullarına yeniden kavuşan padişah ile sultan, onu kucaklamışlar, önce alnından, sonra da yanaklarından öpmüşler.

O andan itibaren de, şehzade Limon Kız’ı unutmuş.

Şehzade unutadursun, biz gelelim Limon Kız’a:

Şehzade uzaklaştıktan sonra, Limon Kız sudan çıkmış. Havuzun kenarında yüksek bir çınar ağacı varmış. Ona yaklaşarak:

Eğil çınar ağacı! Diye seslenmiş.

Çınar ağacı yavaş yavaş eğilmiş. Limon Kız dallarından birine oturduktan sonra, ağaç düzelmiş.

Limon Kız, ağaçta yapraklar arasına gizlenmiş. Bir taraftan da başını uzatarak havuzun durgun suyunu seyrediyormuş.

O sırada, şehirdeki evlerden birinin arap hizmetçisi havuza su almaya gelmiş. Elindeki testiyi havuza daldıracağı sırada, birdenbire durmuş. Havuzun suyunda Limon Kız’ın güzel hayali varmış. Arap kız bunu kendi hayali zannederek hayran hayran seyre dalmış. Sonra, kendi kendine:

Ben bu kadar güzelim de, demiş, bana ne diye hizmetçilik yaptırıyorlar?

Testiyi doldurup havuz başından uzaklaşmış. Eve geldiği zaman, hanımına:

Havuzdan testiyi doldururken suda kendimi gördüm, demiş. Ben çok güzel bir kızmışım. Ne diye bana hizmetçilik yaptırıyorsunuz? Bundan sonra ben su getirmeye falan gitmem!

Hanım gülmüş:

Hay aptal kız hay, demiş, bir kere başını kaldırıp da ağaca baksaydın, o zaman kimin güzel olduğunu anlardın!

Arap kız, bu söz üzerine, evden çıkarak doğruca havuzun kenarına gitmiş. Hayali gördüğü yerde başını kaldırarak ağaca bakmış. Dallar arasında ayın on dördü kadar güzel bir kız görünce, hanımına hak vermiş. Hemen Limon Kız’a seslenmiş:

Güzel kız! Cici kız! Ne olur, beni de yukarı alsana!

Şehzadenin dönmesi geciktiği için Limon Kız’ın canı sıkılıyormuş. Biraz konuşup vakit geçirmek için arap kızı yukarıya almaya razı olmuş. Derhal:

Eğil çınar ağacı, eğil! diye seslenmiş. Arap kız, ne oluyor diye şaşkın şaşkın bakarken, çınar ağacı yere doğru eğilmeye başlamış. Limon Kız’ın oturduğu dal toprağa iyice yaklaşınca, arap kız, yanına oturmuş. Çınar ağacı düzelmiş.

Öteden beriden konuşmaya başlamışlar. Sonra da, vakit geçsin diye, Limon Kız ona başından geçenleri anlatmış.

Arap kız, onun hayatını öğrendikten sonra:

Mademki sen bir peri kızısın, demiş, elbet bir tılsımın vardır. Bana söylemez misin?

Aklına hiçbir fenalık getirmeyen Limon Kız:

Benim tılsımım başımdaki küçücük altın taraktır, diye cevap vermiş. Eğer bu küçük altın tarak, yerine konmazsa, ben kuş olup uçarım…

Sonra gene konuşmaya dalmışlar. Bir aralık Arap kız:

Sultanım, demiş, saçlarınız pek dağınık. Başınızı eğinde biraz tarayayım…

Limon Kız başını eğmiş. Arap kızı da küçük altın tarakla onun saçlarını taramaya başlamış. Tarama işi bittikten sonra, tarağı çıkardığı yere değil, saçlarının başka bir tarafına takmış. Limon Kız da beyaz bir güvercin olup uçmuş…

Limon Kız kuş olup uçtuktan sonra, Arap kız sevincinden geniş bir nefes almış. Sonra üzerindeki elbiseleri çıkarıp Limon Kız gibi ağacın yaprakları arasına gizlenmiş. Şehzadeyi beklemeye başlamış.

İşte bu sıralarda, şehzade, Limon Kız’ı hatırlamış. Hemen askerlerini toplamış. Bir kat ipekli sultan elbisesini de yanına alarak yola çıkmış. Atını önden sürerek havuzun olduğu yere varmış. Başını kaldırıp ağaçta arap kızı görünce, şaşırmış:

Kız sana ne oldu böyle? diye sormuş.

Arap kız, üzüntülü görünerek:

Ne olacak şehzadem, demiş, beni unuttunuz. Burada otura otura güneş vurdu kararttı, rüzgâr esti sararttı. Ağlamaktan gözlerim bozuldu.

Şehzade bu sözlere inanmış. Arap kız güzelce giyindikten sonra şehzadenin yardımı ile aşağıya inmiş.

Hep beraber saraya dönmüşler.

Padişahla sultan anne Arap kızı görünce şaşırmışlar. Şehzade’nin dediği gibi bu kızın hiç de güzel tarafı yokmuş. Çaresiz kalarak oğullarının hatırı için ses çıkarmamışlar.

Kırk gün, kırk gece düğün yaparak bunları evlendirmişler.

Düğünden sonra sarayın bahçesine beyaz bir güvercin dadanmış. Her gün bir ağaca konar, bahçıvana:

Bahçıvan başı! Bahçıvan başı! diye seslenirmiş. Şehzade uyuyorsa, uyusun, uyansın, uykuları yağ bal olsun! Arap kızı uyuyorsa, uyusun, uyansın, uykuları zehir olsun. Bastığım dallar kurusun, çiçek, meyve vermez olsun!

Sonra uçup gidermiş. Böylece her gün konduğu ağaçların dalları kuruyormuş.

Bir gün sarayın bahçesine inen şehzade, bazı ağaçların dallarını kurumuş görünce, bahçıvana:

Neden bu ağaçlara iyi bakmıyorsun? diye çıkışmış.

Bahçıvan da, dalların neden kuruduğunu anlatmak zorunda kalmış.

Bunun üzerine şehzade:

O halde bütün dallara zift sür, güvercini yakala! demiş.

Bahçıvan, şehzadenin dediklerini hemen yapmış.

Ertesi gün güvercin gelip dallardan birine konarak:

Bastığım dallar kurusun, çiçek, meyve vermez olsun! demiş. Fakat, uçarken ayakları zifte yapıştığı için dalda kalakalmış.

Şehzadeye hemen haber vermişler. Güvercini alıp bir kafese koymuşlar.

Şehzade, güvercini çok sevmiş. Kafesi alıp kendi odasına götürerek bir köşeye asmış.

Güvercin, şehzade odada iken, bir şeyler cıvıldar, âdeta bir insan gibi konuşur, o odadan çıkınca, susarmış.

Arap kız, güvercini görünce tanıdığı için, onu yok etmeyi düşünüyormuş. Bir gün yalandan hastalanarak:

Benim canım beyaz güvercin eti istiyor, demiş, yoksa ölürüm…

Şehzade, çarşıdan bir beyaz güvercin aldırmaya kalkmış. Arap kız:

İlle bu güvercin olacak! Başkasını istemem! diye tutturmuş. Şehzade, ne yaptı, ne ettiyse, arap kızı razı edememiş. Kafesteki beyaz güvercini kestirmiş.

Sarayın bahçesinde güvercini kestikleri yer kıpkırmızı kan olmuş. Kanların olduğu yerde o anda kocaman bir selvi ağacı meydana gelmiş.

Arap kız, selvi ağacını görünce, dayanamamış, bu sefer de:

Bu selvi ağacından bana bir taht yaptırın! diye tutturmuş. Başka bir selvi ağacı bulup keselim demişlerse de, anlatamamışlar. Çaresiz selviyi kesmişler. Arap kıza güzel bir taht yapmışlar.

Artan tahta parçalarını fakir bir kadına vermişler. O da ocakta yakmak için dua ederek alıp evine götürmüş, bir kenara koymuş. Öteberi almak için çarşıya çıktığı bir sırada, tahta parçaları kımıldamaya başlamış. Çok geçmeden tahtaların arasından Limon Kız ortaya çıkmaz mı? Hemen kollarını sıvayarak evi baştan aşağıya temizlemiş, gül gibi yapmış. Sonra mutfağa giderek yemekler pişirmiş, bulaşıkları yıkayıp kurulamış, kapları yerine kaldırmış. Yemek sofrasını kurmuş. Her iş bittikten sonra da, bir dolaba girip saklanmış.

O sırada fakir kadın eve gelmiş. İçeri girer girmez şaşırmış. Acaba bunları kim yaptı diye evi aramaya başlamış. Kimseyi göremeyince:

İn misin, cin misin? diye seslenmiş. Limon Kız, saklandığı yerden çıkarak:

Ne inim, ne de cin, demiş. Bir peri kızıyım. Ama artık senin gibi bir insan oldum…

Sonra gidip kadının elini öpmüş. Başından geçenleri ona anlatarak, evlatlığa kabul etmesini rica etmiş. Yalnızlıktan zaten canı çok sıkılan fakir kadın, onu hemen evlatlığa kabul etmiş.

O günden sonra, güzel güzel geçinmeye başlamışlar. Günlerden bir gün, şehzade hastalanmış. Hekimler bol bol çorba içmesini söylemişler. Her gün bir evden çorba gönderiliyor, şehzade beğenirse hepsini içiyor, beğenmezse bir kaşık alıp bırakıyormuş.

Limon Kız bunu haber alır almaz güzel bir çorba pişirmiş. Şehzadenin havuz başında kendisine verdiği yeşil taşlı yüzüğü çorbanın içine atmış. Fakir kadına:

Anneciğim, demiş, şehzademiz için ben de bir çorba yaptım. Ne olur saraya götürür müsün?

Kadıncağız:

Hay hay yavrum! diyerek çorba tasını almış, saraya gitmiş. Askerler, üstü başı eski olan bu kadını saraya sokmak istememişler. Şehzade, kadını pencereden gördüğü için askerlere bırakmalarını emretmiş.

Kadın yukarıya çıkarak çorbayı şehzadeye vermiş. Odadan çıkarken, şehzade çorbadan bir kaşık içmiş, beğenmiş. Arkasından ikinci kaşığı almış. Ağzına katı bir şey gelmiş. Bir de çıkarıp bakmış ki, Limon Kız’a verdiği yeşil taşlı yüzük değil mi?

O zaman anlamış ki, Limon Kız diyerek evlendiği arap kız, başka biri. Arkasından adam koşturup fakir kadını çağırtmış. Odaya gelince:

Teyze, demiş, senin kızın var mı?

Kadıncağız:

Var oğlum, diye cevap vermiş, hem de bir peri kızı. Ama şimdi o da bizim gibi bir insan sayılır…

Kadının bu sözleri şehzadeyi o kadar sevindirmiş ki, birdenbire hastalığı falan geçmiş. Kadını yanına oturtarak, ne biliyorsa anlatmasını rica etmiş.

Fakir kadın da Limon Kız’ın anlattıklarını şehzadeye bir bir söylemiş.

Şehzade işin doğrusunu öğrenince, ellerini çırpmış. Odaya giren arap uşağa:

Çabuk bizim kadını çağırın! diye emir vermiş.

Biraz sonra arap kız odaya girmiş. Korkudan tirtir titriyormuş.

Şehzade:

Seni yalancı, hain kadın seni! diye bağırmış. Söyle bakalım, kırk katır mı istersin, yoksa kırk satır mı?

Arap kız:

Kırk satırı ne yapayım, diye cevap vermiş, kırk katır isterim ki, memleketime döneyim!

Arap kızı hemen kırk katırın kuyruğuna bağlayıp dağlara salmışlar.

Sarayda yeniden düğün hazırlıkları yapılmış. Şehzade ile Limon Kız’ı kırk gün, kırk gece süren görülmemiş şenliklerle evlendirmişler.

Onlar ermiş muradına, darısı sizlerin başına..

Masal Okuma, Neden Masal Okumalıyız?

Masal Okuma, Neden Masal Okumalıyız? Çocuklarımız için Hangi Masalları Okumalıyız?

Masal okumak çocukların kişisel gelişimi için önemli bir etkendir. Masalın tarihine bakarsak neredeyse insanoğluyla aynı yaştadır. Geçmişten bugüne sözlü anlatım geleneğinin önemli bir ürünü olan masal, her çağda, her dönemde önemini koruyabilmiştir.

Kişilik gelişiminde önemli bir etkisi olan masallar, 0-3 yaş arası masallar, 0-6 yaş masallar, 6-12 yaş masalları veya hayvan masalları olarak çok çeşitli türlerle karşımıza çıkmaktadır. Henüz bebeklik dönemlerinde dahi çocuklara okunan masalların etkisinden söz etmek mümkün.

Dünya edebiyatında da masal büyük bir öneme sahiptir. Mesela La Fontaine Masalları olarak bilinen hayvan masalları neredeyse tüm dünyada yaygın bir şekilde okunmaktadır. Her ne kadar la fonten kadar ünlü olmasa da grimm masalları da çok yaygın bir şekilde okunmaktadır. Yunan edebiyatında, Alman edebiyatında olduğu gibi Doğu edebiyatında da önemli masal örnekleri bulunmaktadır. Kısa hikayelerden oluşan Beydaba Hikayeleri Doğu edebiyatının en güzel kısa hikayelerindendir. Arap edebiyatının en önemli masalları arasında yer alan Binbirgece Masalları dünya edebiyatında kabul görmüş önemli masal örneklerindendir.

Çocuklara masallar okumak, çocuklar ve ebeveyn arasındaki bağı güçlendirir. Masal okunma esnasında ailesiyle geçirdiği zaman çocuğun anı belleğinde olumlu izler bırakır. Masallar çocukların hayal dünyasını zenginleştirir, onları geleceğe hazırlar. Küçük yaşta kitap okuma bilincinin gelişmesi için masallar önemli bir araçtır.

Türk masalların en önemli örnekleri Keloğlan masallarıdır. Keloğlan; doğruluğun, dürüstlüğün, saflığın temsil ettiği önemli bir karakterdir. Keloğlan zekası sayesinde her zaman zor görünen işleri kolayca başarır. Bu başarısında saflığının, temizliğinin büyük bir rolü vardır.

Türk aile yapısına ve çocukların gelişimine uygun masalların yer aldığı masal okuma sitesini tüm masal okurlarına tavsiye ediyoruz. Sitemizin, çocuklara hangi masalları okutmalıyız diye düşünen ebeveynler ve öğretmenler için önemli bir kaynak olduğunu düşünüyoruz.

Birçok kategoriye sahip masal sitesinde; fabl diye de bilinen hayvan masalları, çocuk hikayeleri ve Dünya Klasik Masallarının yanı sıra, Nasrettin hoca karakterinin yer aldığı çocuk fıkraları ve Karagöz Hacivat konuşmaları gibi önemli eserler mevcut. Lütfen, çocuklarımızı masallarla büyütelim, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandıralım.

Çocuklara Masal Oku


Çocuklara Masallar; Masal ve hikaye okumak çocukların okul öncesi ve sonrası okuma kabiliyetlerini, hayal güçlerini ve olayları daha kolay çözümlemelerinde önemli fayda sağlamaktadır. Masallar ve hikayelerde gecen konular hayatın gerçekliğini, iyiliğin ve kötülüğün ayrımını, doğruyu, yanlışı, gerçek yaşamda zorluklarla nasıl mucadele edileceğini anlatır çocuklara. Tabi ki çocukların yaşlarına uygun masallar okunmalı ve onların dikkatlerini en iyi şekilde sağlamalıyız.

Masal ve hikaye okumak çocuklar için çok faydalıdır. Günümüzde çocuklar sadece televizyon, tablet, bilgisayar ve cep telefonlar ile vakit gecirmektedir. Çocuklarımızı bunlardan uzaklaştırmak için, çocukların yaşları ne olursa olsun onlara öyküler ve hikayeler okuyalım. Masal ve hikaye okuyarak çocuklarımızla hem eğlenceli vakit gecirmiş olursunuz. Hatta çalışan anneler ve babalar çocuklarımızı ve bebeklerimizi yatmadan önce öykü veya hikaye okuyarak geçirilen vakitlerin paha bicilemeyecek olduklarını anlayacaklardır. Masallar ile uykuya dalan çocuklar kendilerini daima güvende hissederek uykuya dalacaklar ve uykularını almış olacaklardır. Çocuklar ve bebekler için uyku masal, öykü ve hikayeleri sitemiz üzerinden okuyabilirsiniz.

Çocukların bazen büyüklerin sözlerini dinlemediği oluyor. Hepimiz küçük iken annemizin ve babamızın sözlerini dinlemediğimiz olmuştur. Aslında anne ve babalar bizlerin iyiliğini düşündüğü için yapmamamız gereken şeyleri söylerler. İşte çocuklarınız bu tür davranışlarda bulunduğu zaman, sözlerinizi daha iyi anlamaları için tehlikelerden uzak durmaları için kendinizin o konu hakkında bir masal veya hikaye uydurarak onlara daha iyi anlatmalarını sağlaya bilirsiniz.

Keloğlan ile Çilli Tavuk Masalı


Keloğlan ile Çilli Tavuk

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak ülkelerden birinde, bizim keloğlan yaşarmış. Keloğlan kelmiş, keleşmiş ama özellikleri pek bir güzelmiş. İnsanlarla ilgilenir, arkadaşlarına iyi davranır, hayvanları sever fakat çalışmaktan pek hoşlanmazmış. Anası ona ne zaman bir iş buyursa bir bahane uydurur, anası kızınca da oraya buraya saklanır dururmuş.

Günlerden bir gün evin kapısının önünde uyuyup dururken kısa boylu bir çocuk yanına yaklaşmış:

– Hişt Keloğlan, keleşoğlan, annesini üzen oğlan, diye bağırmış. Keloğlan hemen arkasını dönmüş, uykusuna devam etmiş ve bir rüya görmeye başlamış. Rüyasında uzun bir yolda yürüyormuş, yürürken önce bir tavukla karşılaşıyormuş,

Tavuk;

– Ah Keloğlan bir bilsen başıma gelenleri, ne desem ne etsem bilmiyorsun olup bitenleri önce sana anlatayım istersen diyerek, tilkilerin kendi kümesleri önünde nasıl gezdiklerini anlatmış durmuş. Keloğlan tam ona yardım etmek isterken, uyanmış… Uyanmış bir de ne görsün, onların evindeki Çilli Tavuk tam göbeğinin üstünde oturmuyor mu? Onu kanatlarından tutmuş hemen koşturup kümesin içine koymuş. Çilli Tavuk neye uğradığını şaşırmış ama Keloğlan rüyanın etkisinde olduğu için tilkinin çilli tavuğu götüreceğini düşünmüş.

Birkaç gün sonra aynı rüyayı gören Keloğlan kümesteki tek tavukları olan Çilli Tavuğu alıp, kendi yatağında yatırmaya başlamış. Anası bu işe pek kızmış, ne işi varmış tavuğun yatakta, adam gibi kümese koysaymış ya. Keloğlan gözlerini ne zaman kapasa tilkinin Çilli Tavuğu kaçırdığını görüyormuş. En sonunda bakmış ki olmayacak, tilkiyi ziyaret etmeye karar vermiş. Tilki bizim Keloğlan’ı görünce çok sevinmiş, onu yuvasına davet etmiş, bizimki tilkinin yuvasına girmiş bir de ne görsün, bütün köyün kümeslerinden çalınan tavuklar tilkinin orada değil mi? Görmüş ama görmemezlikten gelmiş…

Tilki her zamanki gibi bir plan peşindeymiş ama keloğlanın aklının ne kadar çabuk çalıştığını hesaba katmamış. Tilkinin yuvasında biraz oturan Keloğlan izin istemiş ama tilki ona izin verir mi hiç? Onun planı keloğlanı da bir kafese kapatıp yemekmiş. Keloğlan önce bir hoplamış, duvarda asılı duran meşaleyi alıp kendi kel kafasına tutmuş, buna bakan tilkinin gözleri kamaşmış, Keloğlan bu sırada oradan uzaklaşmış. Tilki onu elinden kaçırdığı için mutsuz, Keloğlan ise kahkahalar atacak kadar mutlu kaçarak uzaklaşmış. Daha sonra köylerde tavuğu çalınan ne kadar köylü varsa onları toplayıp gelmiş, köylüler o kadar sinirlilermiş ki, bizim tilki evini barkını bırakıp kaçmış. Bir daha da onu oralarda gören olmamış.

Küçük Kırmızı Balık Masalı


Küçük Kırmızı Balık Masalı

Vakt-i zamanında, uzak denizlerde yaşayan küçük kırmızı bir balık varmış. Dedelerinin anlattığı hikayelerle büyümüş bu kırmızı balık.

Küçükken kulağa hoş gelirmiş hikayeler ama gün geçtikçe ve kırmızı balık büyüdükçe bu hikayelerin birer masal olduğunu anlamış. Bakmış ki fersahlarca deniz ve içindeki canlılar yalanlar söyleyerek ömürlerini geçiriyorlar..

Küçük kırmızı balık tüm canlılara inancını yitirmiş ve yollara düşmüş. Kimseye güvenmemiş, kimseyi sevmemiş. Çünkü biliyormuş ki; herkes onu uyutmak istiyor. O ise artık uyanmak ve kendi gerçeğini aramak istiyormuş.

Hırçın kırmızı balık her gün yüzebildiği kadar yüzüyor, yorulunca bir kayanın altında yosunlarla üstünü örterek uyuyormuş..

Gel zaman git zaman, küçük kırmızı balık, bir gün var gücüyle yüzerken, bir şeyden kaçtığı hissine kapılmış. Düşünmüş; peki tüm dünya -yani tüm okyanuslar- yalan söylüyorsa nereye kaça bilirmiş?

Belki de masalları anlatanlar da gerçek olmadığını biliyordur; ama çare olmadığı için bununla yaşamaya devam ediyorlardır diye düşünmüş.

Amma ve lakin içindeki gitme isteği o kadar ağır basmış ki, umut etmiş… Onu anlayacak bir balık bulmak adına.. Bir gece dolunay yoluna ışık tutarken, daha önce hiç duymadığı bir ses duymuş. Küçük kırmızı balık sesin geldiği yöne doğru hızla yüzmüş. Bir de ne görsün; kalabalık bir küçük balık sürüsü şarkı söyleyerek yüzüyormuş. Bu şarkı anlayamadığı bir lisanda imiş.

Merak etmiş bu kadar güzel şarkı söylemeyi nereden öğrendiklerini. Şarkının büyüsüne kapılmış ve hemen yanlarına gitmiş..

Şarkının sesi giderek artıyormuş:

Gecenin kalbinde uyu
Umudunu kaybetme
Yarınlar aydınlanır
Zafer sabahı bekleyenindir
Altın bir ışık sonsuza kadar parlıyor
Yolun sonunda..

Küçük kırmızı balık, ayın ışığında, onca küçük balık dans ederken hayretler içinde izliyormuş. Şarkı bitince bir tanesinin yanına gitmiş, birbirlerine çok benzeyen bu iki balık öylece bakakalmışlar birbirlerine. Sonra küçük kırmızı balık sormuş, “Bu şarkıyı nereden öğrendiniz?”.

Karşısındaki küçük balık onu elinden tutup yüzmeye başlamış. Küçük kırmızı balık olan biteni anlayamadan, tüm hızıyla yüzüyormuş. Kaybedecek neyim var ki diye düşünmüş. Birlikte 3 gün 3 gece yüzmüşler sonra küçük balık, kırmızı balığa yüzgeçleriyle sus işareti yapmış. Küçük kırmızı balık o kadar yorgunmuş ki konuşacak halde değilmiş.

Yeni ayın doğduğu bu gecede önce bir ıslık sesi duyulmuş. Ardından küçük kırmızı balığın eskiden dinlediği masalları andıran bir deniz kızı görülmüş. Bir bir deniz kızları belirirken hep bir ağızdan aynı şarkıyı söylüyorlarmış. Küçük balık ona masalların gerçek olabileceğini göstermiş…

Ve ilk kez konuşmuş:

Bazı masallar gerçektir..

Gitmezsen göremezsin

Görmezsen bilemezsin.

Ve inanmazsan yaşayamazsın!..

Güvercin, Tilki ve Leylek Masalı


Güvercin, Tilki ve Leylek

Bir zamanlar, güvercinin biri, büyük bir hurma ağacının tepesinde yuva yapar, yumurtlar ve yavrulardı. Fakat bu ağacın yüksekliği yüzünden yuvayı kurmak bir hayli zordu. Güvercin bu güçlüğü göze alıyor, burada yumurtluyor ve yavrularını yetiştiriyordu. Zorluklar bununla da bitmiyordu çünkü yavruları yetişir yetişmez bir tilki geliyor, ağacın dibinde durarak güvercini korkutuyor ve ona:

“Yavrularını hemen atmazsan ağacın tepesine tırmanır seni de onları da öldürürüm” diyordu.
Güvercin de fena halde korkarak yavrularını feda etmek zorunda kalıyordu.
Güvercin yine yumurtlamış bir çift yavru yetiştirmiş, yine tilkinin kötülüğünden korka korka yuvasında büzülmüştü.
Derken bir leylek ağacın tepesine kondu ve güvercinin son derece sakin olduğuna bakarak durumunu sordu:
“Neden pek üzgün ve pek kederlisin? Dedi.
Güvercin de anlattı:
Tilkinin biri bana musallat oldu.Ben yavru yetiştirdikçe o, ağacın dibine gelerek bağırıp çağırıyor, beni korkutuyor bende yavrularımı ona atmak zorunda kalıyorum.”
Leylek dedi ki:
“Tilki tekrar gelir ve seni korkutursa ona: Yavrularımı atmayacağım,gelirsen gel, kendin al!
Ağaca tırmanabilirsen ben uçar giderim yavrularım da sana kalır! Dersin.”
Leylek uçup gitti ve bir nehrin kenarına kondu.Tilki de ağacın altına gelerek her vakit yaptığı gibi bağırıp çağırdı. Fakat güvercin aldırmadı ve ona:
“Geleceksen gel dedi.”
Buna karşı tilki sordu.
“Kim sana bu aklı öğretti?”
Güvercin de
“Leylek!” dedi.
Tilki hemen leyleği aradı ve onu nehrin kenarında bularak şöyle konuştu:
“Ey leylek !” dedi.”Rüzgar sağından estiği zaman başını nereye çevirirsin?”
Leylek:
“Soluma çeviririm” dedi.
“Solundan eserse nereye çevirirsin?”
“Sağıma alır ya da arkamı dönerim.”
“Peki rüzgar her taraftan eserse?”
Leylek şaşkın bir şekilde cevap verdi:
“Başımı kanatlarımın arasına alırım.”
“Güzel ama başını kanatlarının arasına nasıl alırsın, buna imkan var mı?”
“Elbet vardır.”
Tilki bütün kurnazlığıyla şöyle dedi:

“Şunu bana gösterir misin? Siz kuşlar bize göre kat kat üstünsünüz. Bizim bir senede öğrendiklerimizi siz bir saatte öğreniyorsunuz. Bizim yapamadıklarımızı yapıyor soğuğa ve rüzgara karşı başınızı da kanatlarınızın altına sokuyorsunuz.ne mutlu size.”

Tilkin bu sözleri leyleği hoşnut etti. O da başını kanadının içine aldı. Bunu yapar yapmaz tilki üzerine atladı, onu sarstı ve bir hamlede boynunu kırdı, sonra:

“Ey nefsinin düşmanı! Güvercine akıl öğretmeyi, çare göstermeyi biliyorsun. Kendine niçin öğretmiyorsun da aciz kalıyorsun ve kendini düşmanına teslim ediyorsun?” dedi.

Tilki böylece leyleği öldürdü ve etini yedi.